2. 2
İÇİNDEKİLER
Takdim
Çocuk Yetiştirmede 20 Önemli Kural
Çocuğun Zihinsel, Duygusal Gelişiminde Babanın Rolü
Din Eğitiminde Mükafat Ve Ceza
Kızma, Yumuşak Huylu Ol!
Bir Hoşgörü Örneği
Bunu Mu İstiyorsunuz
Gençken Ne Düşünürler
Aile Okulu Konferansından Notlar
Çocuklar sosyal medyada tehlike altında!
Başarılı çocuklar yetiştirmek için
Çocuk ve Tatil
Minik Yüzlerde Büyük Hüzünler
İslâm’a Göre Çocuğumu Nasıl Terbiye Edebilirim?
Çocukta Mahremiyet Eğitimi
Çocuklarını Ajansa Yazdıran Anneler
Çocuklarımız
Babamın Hediyesi
Çocuklarımız ve Gençlerimiz Üzerine
Yaz Tatili ve Çocuklarımız
Dindar Nesil İle Dini dar nesil
Çocukların Mutluluğu Bir Sorumluluktur
Çocuk Yetiştirmede Yapılan Yanlışlıklar
Sek Sek Oynamayı Bilmeyen Mutlu Olamaz
Öğret Ona ki…
Bilecik’ten Manaya Açılan Kapı Şeyh Edebalı (R.a.)
Türk Usulü Çocuk Sevgisi!
Dini Hükümlerden Çocuklar Değil Öncelikle Yetişkinler Sorumludur…
9x8'den kaçan çocukları ikna etme yöntemleri
Yalanı Nasıl Önleyebiliriz
Çocuklar İmtihan Vesilesi Kılınan Emanetlerdir
Babacığım bir saatini alabilir miyim?
Çocuğunuzla İş birliği Yapmanın Yolu
Özgüven yıkan aile tiplerini tanıyalım
Ey Evlat Dinle Nasihatimi
Çocuklarınızı Kuzu Gibi Yetiştirmeyin
Çocuklara Namaz Alışkanlığı Kazandırmak İçin Neler Yapılmalı?
Resulullah'ın Uygulamasıyla Eğitimin 40 Altın Kuralı
3. 3
YAZAR HAKKINDA
Ahmet TÜRKAN, 1959 yılında Bolu’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bolu’da
lise Öğrenimini İstanbul’da Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’nda
tamamladı. 1 yıllık Sınıf Okulu Eğitiminden sonra 1979 yılında Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı deniz birliklerinde deniz astsubayı olarak göreve
başladı. 1983 yılında 6 ay süren DSH uçak uçuş operatörü kursunu başarı
ile tamamlayarak uçak uçuş operatörü unvanı ile Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı hava unsurlarında görev aldı. 1989 yılında Anadolu Üniversitesi
Açık Öğretim Fakültesi İktisat Programını tamamladı. 1997 yılında Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki görevinden ayrıldı. 2009 yılında Maltepe
Üniversitesi İşletme Yüksek Lisansını tamamladı. Halen ticari hayatta
kariyerini devam ettirmekte, özel bir şirkette yönetici olarak görev
yapmaktadır. Evli ve 3 çocuk babasıdır. http://www.habername.com haber
sitesinde haftalık makaleleri yayınlanmaktadır.
YAYINLANMIŞ ESERLERİ
Alaturka Laiklik KDY 2021
İletişimi Aşk Hali KDY 2022
SİTELERİ
www.ahmetturkan.com.tr
www.ahmetturkan.gen.tr
4. 4
TAKDİM
Çocuk yetiştirmenin, ebeveyn olmanın zorlukları malumdur. Bu konuya
Kendi Gibi Olmak isimli kitabımda etraflıca değinmiştim.
Bu çalışmam ise www.ahmetturkan.gen.tr sitemde uzun yıllar boyu
biriktirdiğim Kişisel Gelişim başlığı altına derlediğim Çocuk Eğitimi alt
başlığındaki yazılardan oluşmaktadır. Konu önemlidir. Zaman ahir zaman
fitnelerinin kol gezdiği devirdir. Evlatların ana babalardan ana babaların ise
evlatlardan kaçacağı ahiret gününde yüzümüzün ak olası için yapacağımız
küçük dokunuşlar belki de arzuladığımız evlat profiline bizi daha da
yaklaştıracak ahir ömrümüzde iyi ki varsın evladım diyeceğimiz evlatlar
yetiştirmemize bir bakış açısı katar. Kim bilir belki bunlar gerekiyordur.
Yazı dizimizde Nebevi öğretiden ve manevi önderlerden aldığımız dersler
yanında akademik çalışmaları ile bilinen Psikolog ve Psikiyatristlerin da
yazdıklarına yer verdik.
Bazen kısa hikayeler bazen teknik yazılardan esinlenerek toplumun
yaralarına bir merhem olmayı amaçladık. Ne mutlu bize o zaman bir yaraya
merhem olabildik ise. Çalışmamıza kolaylık olsun diye içindekiler başlığı
eklenmiştir.
Buyurun evlat sofrasına…
5. 5
ÇOCUK YETİŞTİRMEDE 20 ÖNEMLİ KURAL
Yazarı: Prof. Dr. Nevzat TARHAN
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, iyi, başarılı ve mutlu çocuk yetiştirmenin kurallarını
sıraladı. Tarhan, ebeveynin büyük hatasına da dikkat çekti.
Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocuk yetiştirmede en önemli
konunun çocukla doğru iletişim kurmak olduğuna dikkat çekerek, disiplin
ve nasihatin dengeli olması gerektiğini vurguladı.
İyi, başarılı ve mutlu çocuk yetiştirmenin ilk kuralının çocuk ile doğru
iletişim kurmak olduğuna dikkat çeken Tarhan, anne-babalara çocuklarını
korumacı tavırla yetiştirmek yerine, onlara mücadele etme yolunun
gösterilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Tarhan bunun için anne ve babalara çocuk yetiştirme 20 sihirli kuralı
açıklıyor.
İşte o kurallar:
1- Çocuk yetiştirmenin birinci adımı, çocuğun şefkatli-karakterli anne-
babasıyla huzurlu bir ortamda büyütülmesidir.
2- Anne-babanın çocuğu kendi parçası olarak görüp onun hayatı hakkında
her şeyi bilmeye çalışması doğaldır ancak çocuğun da özelline saygı
duyulmalı ve kendini özgür hissetmesine fırsat tanınmalı.
3- Çocuğun mutluluğu, ebeveynin mutluluğunun önüne geçmemeli. Ancak
ikisi arasında sağlıklı bir denge kurulmalıdır.
4- Ebeveyn, çocuğunu bütün güçlüklerden korumak yerine, ona sorumluluk
duygusunu ve güçlükleri birlikte aşmayı öğretmelidir.
5- Ailenin yükünü ebeveynin tek başına taşıması yerine, anne-baba ve
çocuğun da içinde olduğu bir takım oluşturup sorumluluklar ve hayat
paylaşılmadılır.
6. 6
6- Anne-baba, çocuğunu yorucu, zor işlerden korumak yerine çocuğunu
hayata hazırlamak görevini üstlenmeli.
7- Anne –babalar, çocuklarının sorunlarını dinlemeli, çözümünü çocukla
birlikte aramalı.
8- Anne-baba çocuklarının, koydukları kurallara itaat etmesini beklemeli,
ancak onların da kurallara itiraz hakkının olduğunu unutulmamalıdır. En
etkili emirin de seçenek sunmak olduğu bilinmelidir.
9- Anne-babalar, çocukların sözlerini yetişkin insan gibi dinlemeli, ancak
onlardan büyük insan gibi davranmalarını beklememelidir.
10- Disiplin ve nasihatin yumuşak ve devamlı olması halinde etkili olduğu
nasihatte örnek olmanın da önemi unutulmamalıdır.
11- Çocukların arkadaşları ve sosyal hayatı yakından takip edilmeli ancak
fazla müdahale edilmemelidir.
12- Ebeveynin, çocuğunu hayat köprüsünden geçirmekten ziyade o
köprüden nasıl geçeceğini öğretmesi gerektiğini bilmeli.
13- Bir anne çocukları ile ilgilenirken kendini evde hapsolmuş ve
tutuklanmış hissedebilir. Bu doğal. Ancak ebeveynin sıradan olaylardan zevk
almayı başaran kişilerin özgürlük – sorumluluk dengesini kurabilenlerin
mutlu olabildiğini unutmamalı.
14- Ebeveyn, anne, baba, eş, iş adamı rolünün hepsini kendi şartlarında
yaşamalı. Farklı rollerini farklı alanlarda yaşamalı.
15- Anne- babanın çocuğunun gizli düşüncelerini bilmek gibi bir görevi yok.
Çocuğa özerk alan bırakıp onun kendi gemisinin kaptanı olmasına fırsat
vermeli.
16- Anne- baba çocuğuna zaman zaman kızıp sinirlenebilir ancak önemli
olan sonrasında öz eleştiri yapabilmeli ve haksız olduğu durumlarda
çocuğundan özür dileyebilmelidir.
17- Çocuğun ani sorularını cevaplayamayacak kadar meşgul olunsa da ona
sonradan zaman ayrılmalı ve hak ettiği ilgi gösterilmeli.
18- Çocuk eğitiminde sevgi, ilgi, saygı, sabır ve güven kelimelerin sihirli
kelimeler olduğu unutulmamalı. Çocuğunuzun ne düşündüğünü
önemsediğinizi hissettirmek ve kendisini ifade etmesinde cesaretlendirmekle
sihirli kelimeleri harekete geçirdiği bilinmeli.
19- Sabır amaca yönelik olmalıdır, her istediği yapılan çocuk bencil her
şeyine “hayır” denilen çocuğun da inatçı olduğu unutulmamalı.
7. 7
20- En önemlisi de çocuğa insani değerlerin ve empatinin öğretilmesi. İdeal
insanın dünyayı değiştirmeye kendisinden başladığı bilinmeli.
8. 8
ÇOCUĞUN ZİHİNSEL, DUYGUSAL GELİŞİMİNDE
BABANIN ROLÜ
Yazarı: PSİKOTERAPİST KIVANÇ TIĞLI BULUT
Değerli okuyucularım, günümüzde anneler çocuklarıyla gereğinden çok,
babalar ise gereğinden az ilgileniyorlar. Bu duruma mazeret olarak da, “Ben
çalışıyorum, zamanım yok” diyebiliyorlar. Oysa çocuklara ayrılacak bir yarım
saat; kısa bir gezinti, yemekte söyleşmek çocuklar için çok önem taşır.
Babalar dinlenmeyi veya gazete okumayı, çocukların yatışından sonra da
yapabilirler. Çocukların, babaları tarafından sevildiğini, önemsendiğini
bilmeye ihtiyaçları var.
Daha önce çalıştığım anaokulunda bir velim, oğlundaki birtakım şikâyetlerle
bana başvurdu; çocuğu geceleri altını ıslatıyor, söz dinlemiyor, kardeşine
vuruyordu. Yapılan psikolojik testler sonucunda, babayla annenin
çocuklarının önünde sık sık kavga ettiği, babanın oğluyla ilgilenmediği ve en
ufak bir yaramazlık yaptığında onu dayakla cezalandırdığı ortaya çıktı.
Anlaşılan çocuk, kardeşine vurmayı, babadan öğrenmişti. Babaya rehberlik
yapılıp, yanlış davranışlarını düzelttikten sonra ancak sorun çözülebildi.
Peygamber Efendimiz de çocuklarına karşı çok şefkatli, anlayışlı davranırdı.
Onca önemli işleri arasında bile çocuklarını öper, onlara zaman ayırırdı. Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin’i sırtına alır dolaştırırdı. Gene böyle yaptığı bir sırada,
Hz. Ömer içeriye girer. Çocukları böyle şerefli bir yerde görünce, “Ne güzel
bineğiniz var” der. Hemen Allah Resulü şöyle buyurur: “Ya, ne güzel
süvariler onlar.” İşte Peygamber Efendimiz çocuklarını böyle onore ediyordu.
Çocukların zihinsel gelişimlerinde babanın rolü çok önemlidir. Bir baba
çocuğuyla ne kadar çok oynar, iletişim kurarsa, çocuğunun zekâsı da bir o
kadar gelişir. Babalar çocuklarını daha bağımsız davranmaya ve çevrelerini
keşfetmeye cesaretlendirirler.
Çocuğun cinsel gelişiminde de babanın rolü çok önemlidir. “Fallik dönem”
denilen 3-5 yaşları arasında kız çocuklar anneye, erkek çocuklar babaya
olan hayranlığından dolayı onları taklit ederler ve cinsel rollerini kazanırlar.
Baba eğer, eşine karşı çok pasifse, erkek çocuğun cinsel gelişimde sapma
olabilir. Herhangi bir nedenle ortaya çıkan baba yoksunluğunda da, çocuk
kazanması gereken erkeksi yaşamında ruhsal yönden dengesiz, problemli bir
insan olmasına yol açar.
Günümüzde psikanalistler ebeveynlerin değişen rollerinden bahsederken
özellikle babanın rollerindeki değişikliğe dikkat çekmektedirler. Trowell
(2002) kitabında, evliliklerin sonlanmasının, tek ebeveynli ailelerin
sayısındaki artışın, kadının toplum içindeki değişen pozisyonunun ve artan
öneminin, babanın yerini sarstığını ve önemini azalttığını belirtir. Şiddetin
artışının, travmatik deneyimlerin yaygınlaşmasının ve özellikle her türlü
çocuk istismarının artmasının, babanın rolünün karşı karşıya kaldığı tehlike
ile ilgili olduğunu vurgular.
9. 9
Çocukların, kendine güvenen, sorumluluk alan, onlarla eğlenebilen, bazen
hayır diyebilen ve gerektiğinde cesaretlendiren bir babaya ihtiyaçları vardır.
Bununla beraber, babanın odipal karmaşada (3-5 yaşlar arasında kızların
babayı, anneden kıskanması, babaya sahip olabilme düşlemleri kurması,
erkeklerin de anneyi babadan kıskanması anneyi sevgili olarak görmesi,
babayı kendine rakip olarak düşünmesi) da merkezi bir yeri vardır. Çocuk,
başta anne ve babası ile ilgili kaygılara sahiptir. Ebeveynlerden birine sahip
olma ile ilgili düşlemleri ve diğerine karşı kıskançlık duygulanımları ve onları
birbirinden ayırma düşlemleri vardır. Çocuğun üstesinden gelmesi gereken
son derece önemli görevi ise, üçüncü olabilmeye dayanmak ve anne babasını
bir çift olarak kabul edebilmektir. Bu görevlerde güçlü, çocuğu anneden
ayırabilen, odipal arzularını engellemesine yardımcı olabilen ve çocuğun
toplumsallaşma sürecinde, çocuğundan da vazgeçebilen bir babaya ihtiyacı
vardır.
Ayrıca gözlemlediğim çok önemli bir nokta daha var; babasından sevgi, ilgi
görememiş kız çocukları ergenlik çağında önceden göremediği baba sevgisini
başka erkeklerde arıyorlar, yanlış yollara sapabiliyorlar.
Sevgili babalar, çocuklarımıza biraz daha fazla zaman ayıralım, bu konuda
sevgili Peygamberimizi örnek alalım.
10. 10
DİN EĞİTİMİNDE MÜKAFAT VE CEZA
Yazarı: Dr. Mehmet Emin AY
Yayınevi: Nil Yayınları
Günümüz dünyasında büyük bir hızla gelişen bilim ve teknik, dinin insan
hayatındaki önemini daha da arttırmıştır. Hızlı sanayileşme ve hayat
standardının ekonomik yönden yükselmesiyle insanların sür’ate kavuştuğu
refah ve mutluluk ma’nevi alandaki boşluğu gideremeyince, özellikle Batı’lı
toplumlar psiko-sosyal yönden çeşitli krizler yaşamaya başlamışlardır.
Bugün bu toplumlar ihmal edilen manevi gelişime yeniden canlılık
kazandırabilmek için dinin gücünden faydalanma yollarını aramaya
koyulmuşlardır.
Ülkemizde den geçmiş dönemdeki baskı ve ihmale rağmen gündemdeki
yerini hiçbir zaman kaybetmemiştir denilebilir. Ancak baskı ve ihmal
döneminde gayr-ı resmi olarak yapılan din eğitimi ve öğretimi faaliyetlerinin,
‘Din’i farklı şekillerde anlayan ve yaşayan insanların varlığına yol açtığını
söyleyebiliriz. Zira geçmişte yapılan hatalar ve ihmaller sebebiyle, bugün
insanların bir kısmının ya dinden habersiz ya da dindar ama kendi
görüşünün doğruluğunu savunan kişiler haline geldiğini görmekteyiz.
Bu noktada hem aile hem de yaygın-örgün her eğitim kurumunda
gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretiminin önemi ortaya çıkıyor. Zira din
eğitimi adına görünen olumsuzlukların giderilmesinde en önemli vazife bu
müesseselere düşmektedir.
Dinin özünden kaynaklanan sevgi hoşgörü ve müsamaha prensipleriyle
oluşturulacak bir din eğitimi anlayışının aileden başlayarak, diğer din eğitimi
kurumlarında devam ettirilmesi hem inancın manevi desteğini hisseden
insanların, hem de toplumun her kesimine kucak açan din eğitimcileri ve
görevlilerinin yetişmesine zemin hazırlayacaktır.
Din insan hayatı için nedenli önemli ise, din eğitimi ve öğretimi de güzel
eğitim ve öğretim içinde o derece önemli bir yere sahiptir. Türkiye’de din
eğitim ve öğretiminin iki yolla yapıldığı söylenebilir. Birincisi, halk tarafından
geleneksel olarak ailede başlatılarak sonradan din görevlilerinin katkılarıyla
camilerde, resmi ve gayr-ı resmi Kur’an Kurslarında gerçekleştirilen yaygın
din eğitimi ve öğretimi, ikincisi ise İmam Hatip Liselerinde yürütülen örgün
din eğitimi ve öğretimidir.
Türkiye’de din eğitimi ve öğretiminin problemleri iki noktada
toplanmaktadır:
1-Aile
2-Din eğitimi ve öğretimi kurumları.
Toplumun temel taşı ve çocuğun ilk gözünü açtığı yer olan ailede çocuğa
verilen yanlış telkinler, onun ileriki yıllardaki dini hayatına da tesir etmekte
11. 11
ve yanlış yollara sapmasına sebep olacaktır. Sözgelimi bu tür ailelerde
çocuktaki vicdan gelişimi, Allah korkusuyla söylenmek istenmekte ve çocuğu
istenmeyen davranışlardan vazgeçirebilmek için yine Allah korkusuna
başvurulmaktadır. Sık sık ‘Allah seni taş yapar’, ‘Allah cehennemde yakar,
gözünü kör eder...’ gibi tehditlerle sindirilmek istenen çocuk Allah (cc)’ı
sadece Cehennemi olan, çocukları taş yapan, cezalandıran bir varlık olarak
tasarlamaktadır. Allah (cc)’ı sevmekten ziyade, daha çok O (cc)’ndan şiddetle
korkmaya başlamaktadır.
Din eğitimi ve öğretiminin problemlerinden bir diğeri de ‘Yaygın ve örgün din
eğitimi kurumlarıdır. Bu kurumlar da iki yönlü probleme sahiptirler.
Birincisi, bu kurumların kendi bünyesinden kaynaklanan problemler.
İkincisi de bünyeleri dışından kaynaklanan problemler. Her iki durumda da
problem gerek ailede gerekse yaygın ve örgün din eğitimi kurumlarında
gerçekleştirilen din eğitimi ve öğretiminde başarıyı teşvik ya da disiplini
sağlamak amacıyla başvurulan mükafat ve cezalardır.
Din eğitim ve öğretimini bütün problemleriyle ele alan kitap iki ana
bölümden teşekkül etmiştir.
1-Disiplin mükafat ve ceza kavramlarına teorik bir yaklaşım.
2-Din Eğitimi ve öğretiminde mükafat ve cezanın çocuk ve öğrenci üzerindeki
etkileri ve disiplini sağlamadaki rolleri.
Başlangıçta üç kavramın tanımı yapılmış ve bu kelimeler hakkında bilgi
verilmiştir.
Disiplin: Bireylerin içinde yaşadığı topluluğun genel düşünce ve
davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan önlemlerin tümüdür.
Eğitim bilimlerinde ise bir toplulukla uyulması gereken kanun ve kuralların
tamamıdır.
Amacı: İnsanlara birtakım özellikler kazandırmaktır.
Mükafat: ‘İyi bir çalışma ve üstün bir beceri gösteren öğrenci, öğretmen veya
yöneticilere verilen armağan’ ifadeleriyle tanımlanmaktadır. Amacı, çocuğun
veya öğrencinin başarılarını övmek, hoşa giden davranışları ve iyi
hareketlerinin tekrarını sağlamaktır. Eğitim-öğretimdeki mükafat türleri şu
kategorilere ayrılır:
1-Manevi Mükafat
a-Sevgi ve ilgi göstermek
b-Övmek, tebrik ve takdir etmek
2-Maddi mükafat
a-Arzu ve istekleri yerine getirmek
12. 12
b-Çeşitli armağanlarla ödüllendirmek.
Ceza: Belli bir davranışın tekrarlanmasını önlemek veya istenen bir suçun
önünü almak amacıyla bir kimse veya birtakım insanlar hakkında alınan
maddi veya manevi tedbirdir. Amacı, yanlış davranışların kayıtsızlıkların ve
dikkatsizliklerin tekrarına engel olmak ve kötü alışkanlıkların meydana
gelmesini önlemelidir. Eğitim ve öğretimde ceza türlerini şu kategorilere
ayırmak mümkündür:
1-Manevi ceza
a-Sevgi ve ilgiyi azaltmak
b-Tenkit, uyarı ve kınama
c-Azarlama ve hakaret
2-Maddi Ceza
a-Arzu ve istekleri yerine getirmemek
b-Dayak
Bu tasnifler yapıldıktan sonra eğitim sistemleri açısından disiplin, mükafat
ve cezanın incelenmesine geçilmiş. Batı eğitim sistemindeki mükafat ve
cezanın uygulanış şekli işlenmiş ve daha sonra kendi eğitim sistemimizle
karşılaştırılmaya çalışmıştır. Bu bölümde Batılı pedagog ve ilim adamlarının
görüşlerine yer verilmiştir. Batı eğitim sisteminde baskı ve cezalandırmanın
önemine yer verilmiştir. Batı eğitim sisteminde baskı ve cezalandırma yerine
çalışmayı motive eden ölçülü bir disiplin anlayışının hâkim olduğu
söylenebilir.
Eğitimin insan hayatındaki fonksiyonu açısından İtalyan Pedagog Maffeo
Vegio ‘(1406-1458)’nun görüşü dikkate değerdir. Ona göre ‘İnsan doğuştan
ne mutlak iyi ne de mutlak kötüdür. Ancak her iki unsuru da içinde taşır.
Almış olduğu eğitime göre bu istidatları gelişir’. Bu noktada Peygamber
Efendimiz (sav)’in: ‘Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anne ve
babası onu Mecusi veya Hristiyan yapar’ mealindeki sözünü hatırlamak
gerekmektedir.
Daha sonra yazar Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamberimiz (sav)’in Sünneti
ışığında disiplin Mükafat ve ceza kavramını işlemiş ve bütün Pedagoglara
misal teşkil edecek örnekler verilmiştir. Kur’an-ı Kerim, insanlar arası
ilişkileri gereken hukuki kuralları ifade eden ‘muamelat’ kavramı ise Kur ’ani
disiplin anlayışının en bariz örneğini içeren ayetlerden oluşur.
Kur’an’ı Kerimde ‘Mükafat, güzel karşılık’ anlamına gelen ‘ceza’ kelimesinin
17 yerde geçtiği görülür. ‘Rableri katında dileyecekleri her şey onlarındır. İşte
bu iyilik yapanların mükafatıdır’.
13. 13
Ceza veya cezalandırmak manasına gelen ‘ceza’ kelimesi Kur’an’da 22 yerde
geçmektedir. ‘Kim bir mü ‘mini kasten öldürse onun cezası, içinde ebediyen
kalacağı cehennemdir’. Kur ‘ani eğitim anlayışında pedagojik açıdan dikkat
çeken önemli bir nokta vardır. Bilgisizlikten doğan suçlarla bilindiği halde
işlenen suçlara aynı ceza uygulanmaz. Örnek: ‘Allah bir kavmi hidayete
ulaştırdıktan sonra nelerden sakınacaklarını kendilerine açıklamadıkça
onları sapıklıkla sorumlu tutacak değildir’.
Kur’an-ı Kerim’den sonra İslam eğitim sisteminin dayandığı ikinci temel olan
sünnet de disiplin, mükafat ve ceza konularından önemli bilgilerin yer aldığı
bir kaynak hükmündedir.
Hz. Peygamber (sav) yürütmüş olduğu eğitimle, özellikle insan psikolojisine
uygun birtakım prensipler ortaya koymuştur. Bunlar, muhatabı tanıma,
derece derece ve yumuşaklıkla eğitme, hatayı yüze vurmama gibi temel
prensiplerdir.
Hz. Peygamber (sav) her şeyden önce rahmet Peygamberiydi. Yine O (sav)
Enes (r. a.)’in ifadesiyle çocuklara karşı insanların en şefkatlisiydi. Her
fırsatta onları sever okşar, iltifat eder ve mükafatlar verirdi. Ceza konusunda
sünnetin izin verdiği husus disiplini sağlamak için belirli sınırlar içerisinde
aşırıya gitmeden uyarmadır. Peygamberimizin bu yaklaşımlarından sonra
İbn-i Sina, Gazali gibi İslam eğitimcilerinin şiirlerine yer verilmiştir.
Bundan sonraki bölümde din eğitimindeki mükafat ve cezanın çocuk ve
öğrenci üzerindeki etkileri ve disiplini sağlamadaki rolleri üzerinde
durulmuştur. Bu mevzuyla alakalı din eğitiminin temel taşlarından birisi,
belki de birincisi olan İmam Hatip Liselerinde anket uygulaması yapılmış ve
sonuçları değerlendirilmiştir.
Anketin yapıldığı okullar: Bursa, Balıkesir, Erzurum ve Van İmam Hatip
Liseleridir. Yapılan anketler neticesinde öğrenci ve öğretmenlerin
değerlendirmeleri ve yaklaşım tarzları alınmış ve istatistiksel olarak ifade
edilmiştir. Din eğitimi ve öğretimi sadece İmam Hatiplerle sınırlı değildir.
Çocuğun okula gelmeden önce dini eğitime tabi tutulmuş olduğu aile
kurumu ve Kur’an kursları vardır. Bu sebepten dolayı dini eğitim üç
kategoride ele alınmaktadır:
1-Ailedeki din eğitimi ve öğretimi
2-Yaygın din eğitim ve öğretimi
3-Örgün din eğitimi ve öğretimi
Çocuğun dünyaya gözlerini açtığında karşısında bulduğu iki önemli varlık
ana ve babası yani ailesidir. Dolayısıyla ilk eğitimini onlardan almaktadır.
Bu çocukluk döneminde verilen din eğitimi ve öğretimi ferdin üzerinde hayat
boyu etkili olmaktadır. Bu realite eskiden beri bilindiği gibi bugün de ‘Çocuk
Psikolojisi’ ve ‘Din Psikolojisi’ tarafından desteklenmiştir. Yapılan
araştırmalarda çocuk üzerinde en önemli etkiyi anne babanın
davranışlarının yaptığı müspet davranışların doğrudan çocuğa yansıdığı ve
14. 14
onun dini yaşantısına olumlu yönde katkıda bulunduğu ortaya
konulmuştur.
Öğrencilere çocukluk yıllarında ailesince gerçekleştirilen din eğitimi ve
öğretimi verilme oranını belirlemek amacıyla yöneltilen soruya öğrencilerin
%932’sine dini eğitim verildiği %6,3’ünün de bundan mahrum bırakıldığı
anlaşılmıştır. Ailelerin din eğitimi verirken takip ettikleri yöntemi tespit
etmek için sorulan sorular, öğrencilerin verdikleri cevaplardan ilk sırayı
%48,4 ile hoşgörü ve ilgi uyandırılarak seçeneği ikinci sırayı %24,2 ile
ibadetlere katılımı sağlayarak ardından sohbetle anlatarak seçeneği almıştır.
Bu sonuçlar da gösteriyor ki eğitimin en verimli yolu hoşgörü ile ve ikna
ederek yapılanıdır.
Ailede Din Eğitimi ve Öğretiminde izlenmesi Gereken Prensipler:
1-İlk dini bilgiler ailede verilmeye başlanmalıdır.
2-Anne ve baba, dini prensipleri bizzat yaşayarak örnek olmalıdır.
3-Çocuk psikolojisi iyi bilinmelidir.
4-Allah sevgisi esas olmalıdır.
5-Hoşgörülü ve müsamahalı olmalıdır.
6-Zaman zaman mükafatlar verilmelidir.
7-Çocuk fiziki cezalara maruz kalmamalıdır.
2-Yaygın Din Eğitimi ve Öğretim:
Gerek Diyanet işleri Başkanlığı’nın gözetim ve denetimindeki Kur’an Kursları
ve camilerde, gerekse gayr-i resmi yoldan çeşitli kuruluşlarca
gerçekleştirilmektedir. Bu eğitim kurumlarına olan ilginin yüksek düzeyde
olduğu söylenebilir. Öğrenciler üzerinde yapılan anket neticesinde İmam
Hatip Liselerine gelen öğrencilerin %95,49’unun daha önce herhangi bir
yaygın din eğitimi kurumuna gittiği anlaşılmaktadır.
Yaygın din eğitimi ve öğretimi kurumlarında da öğrencileri motive edip daha
iyi performans gösterebilmeleri için mükafatlar verilmektedir. Bu
mükafatların yapılan anketler sonucunda daha çok manevi mükafatlar
olduğu anlaşılmıştır. Güzel sözle övmek takdir ve tebrik etmek gibi.
Mükafatın yanında bu eğitim kurumlarında öğrencilere bazı alışkanlıklar
kazandırmak ve disiplini sağlamak için birtakım cezaların verildiği
bilinmektedir. En çok başvurulan cezalandırma biçimi tekit ve uyarıdır.
3-Örgün din eğitimi ve öğretiminde mükafat ve ceza:
Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetim ve denetimindeki İmam Hatip Liselerinde
görülmektedir. Bu bölümde İmam Hatip Liselerinde gerçekleştirilen din
15. 15
eğitimi ve öğretimi esnasında gerek başarıyı artırmak ve teşvik etmek
gerekse olumlu davranışları pekiştirmek amacıyla verilen mükafatlar. Örgün
din eğitiminde mükafatı iki kategoride değerlendirmemiz gerekmektedir:
1-Öğrencilere göre:
Yukarıda isimlerine zikrettiğimiz dört İmam Hatip Lisesinde öğrencilerine
uygulanan anket sonucunda öğrenciler dini-mesleki derslerde verilen
mükafatları oran, sıklık, tür ve etkileri bakımından değişik şekillerde
değerlendirmişlerdir.
1-Mükafat alma oranı ve sıklığı
%40,3’ü zaman zaman mükafatlandırıldıklarını söylemişlerdir.
2-Alınan mükafat türleri:
Sorulan sorulara öğrenciler verdikleri cevaplarla en çok kullanılan mükafat
türünün güzel sözle övgü, takdir ve tebrik olarak belirtmişlerdir. Maddi
ödüller ise oldukça sınırlı kalmıştır.
3-Mükafatların öğrenci üzerindeki etkileri:
Sorulan sorulara öğrencilerin %65’i olumlu etkisi oldu cevabını vermişlerdir.
%2.41’i ise olumsuz etkisi oldu verilen mükafatlar beni şımarttı ve derslerimi
gevşettim cevabını vermiştir.
2-Öğretmenlere göre: 1-Mükafat verme oranı 2-Verilen mükafat türleri
3-Verilen mükafatların öğrenci üzerindeki tesirleri: ‘Verilen mükafat,
öğrenciyi hangi yönde etkiliyor?’ sorusuna öğretmenler şu cevabı
vermişlerdir:
a-Genellikle olumlu yönde etkiliyor. Derslere ilgisinin ve başarısının
artmasına sebep oluyor (%90)
b-Bu mükafatlar öğrenciyi olumsuz yönde etkiliyor. Şımarmalarına ve
derslerde gevşeklik göstermelerine sebep oluyor.
4-Mükafatların öğrenciye veriliş biçimi
5-Öğrencilik yıllarında alınan mükafatların öğretmenliğe etkisi: Öğretmenler,
sorulara ‘Öğrencilik yıllarında aldığım mükafatlar beni etkilediği için ben de
öğrencilerimi mükafatlandırıyorum’ diye cevap vermişlerdir.
Örgün Din Eğitimi Ve Öğretiminde Ceza:
Bu eğitim kurumlarında teşvik edip başarıyı artırmak için nasıl mükafat
veriliyor ise, olumsuz davranışlara engel olmak ve disiplini sağlamak için de
cezaya baş vurulmaktadır. Ceza da mükafat gibi öğrencilerin ve
öğretmenlerin görüşlerine başvurularak ortaya konulacaktır.
16. 16
Bu bölümde de ceza verilme alanları istatistiki olarak ortaya konmaktadır.
Verilen ceza türleri cezaların öğrenci görüşlerine yer verilmiştir.
Bu araştırmanın bir sonucu olarak yaygın ve örgün din eğitimi
kurumlarında ideal bir din eğitimi için gerekli olan şu maddeleri sıralamamız
mümkündür.
1-Öğretmen ve öğreticide sağlam bir kişilik ve karakter
a-Öğrencilere iyi örnek olmak
b-Öğrencilerle diyalog kurmak
c-Sevgi şefkat ve merhametle davranmak
d-Tutarlı bir disiplin anlayışına sahip olmak
e-Notu bir koz olarak kullanmamak
f-Meslek şuuruna sahip olmak ve bunu öğrencilere de kazandırmak
2-Öğretmen ve öğreticide mesleki ve pedagojik formasyon yönüyle yeterlilik.
a-Öğretmen ve öğretici branşında iyi yetişmiş olmalıdır.
b-Öğrenci psikolojisine vakıf olmalıdır.
c-Disiplin sağlama konusunda çeşitli metotlar denenmelidir.
3-Fiziki kapasite yönüyle yeterlilik
4-Sosyal kültürel faaliyetlerde yeterlilik
5-İdare, öğretmen, veli işbirliğinde yeterlilik
6-Disiplin kurulunun işleyişinde yeterlilik.
Şer’i aktivite, aynı zaman kesitinde, her alanda aynı yükselişi sağlayamaz.
Öyleyse, bazı alanlarda diğerlerinden üstün olan medeniyetlerden
bahsedilebilir.
Modern Dünya ve Yokluk Duygusu
'Korku, endişe, tedirginlik' manalarını içeren 'angoisse' sözcüğü, özellikle
varoluşun mebde ve meadında bir anlama ulaşamama kâinatta boşluk ve
yokluk tarafından kuşatılma, müteal bir nizama götürücü makul bir
sisteme, Cosmos'a çıkamama; neticede de insanın yoklukla kuşatıldığı hissi
ve bundan duyulan ürperti, bir tür fizik ötesi oluşla ilgili bir bunalımdır.
Hatta nereden gelip nereye gittiği belli olmayan bir gemi enkazındaki
insanın, hiçlik duygusuyla karşılaşması devrimizin alın yazısıdır, kaderidir.
Kur'an'ın Zamana Bakış Açısı
17. 17
Kur'an nizamında ise, zaman, kendisine takılıp kalınacak bir sürekliliğe
sahip değildir. Yani o, nihai durak ve sınır olamaz. Yaratılış sahasındaki yeri,
yaratılmış olmaktır. Gerçi insanın yaratılışından önce, 'dehr'den bir zaman
diliminin kendisine sebket ettiği, aynı adı taşıyın süremin ilk ayetinde
mealen: "Gerçekten insan üzerine 'dehr'den bir zaman geçti ki, o vakit insan
anılır, (insanlıkla tanınır) bir şey değildir. "Dehr" mebde ile kıyamet
arasındaki müddet için kullanılan bir deyimdir.
Zaman-Hayat ilişkisi:
Hayatla beraber düşünüldüğünde zaman yenilmeyi mümkün kılan,
davranışa müsaade eden, soru sormayı, tecrübe etmeye imkân verendir.
Eylem, zaman içinde yaşayabilecek; yine zaman içindedir ki, kuvvetlerimin
sunabileceğim, kendimi hür bulacağım ve hürriyetimden kendimi sorumlu
tutacağım. Zaman insanın tüm imkanlarının şartı olduğundan, insan için
zaman dışılık söz konusu olamaz.
18. 18
KIZMA, YUMUŞAK HUYLU OL!
Gazap (kızgınlık) kötüdür. Nefsinden dolayı Mü’minlere kızmaktan
sakınılmalıdır. Gazap sahibi günahtan kurtulmaz. Kızgınlığını yenenler ve
insanların kusurlarını affedenler dinde beğenilmiş kimselerdir. O kimseler
hilm (yumuşak huyluluk, ağır başlılık) elde etmeye uğraşmalıdır. Bir
kimsede hilm olması, o kişinin akıllılığını ve nefsine hakim olup gazabını
yendiğini gösterir.
Hilm, kişinin Allâhü Teâlâ’nın sevgisini kazanmasına sebep olur. Hilm ile
cennette yüksek derecelere kavuşulur. İnsanlara karşı rıfk ve hilmle
(yumuşak) davranana cehennem haram olur.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “İlim, Mü’minin dostudur. Hilm
onun veziridir. Akıl onun delilidir. Amel onun kayyımı (ayakta
tutanı)dır. Rıfk (yumuşak huyluluk) onun babasıdır. Yumuşaklık onun
kardeşidir. Sabır ise onun askerlerinin kumandanıdır.”
Hz. Âişe (r.ânhâ)’nın rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte şöyle buyuruluyor:
“Kim gazaplandığı halde hilm (yumuşak huyluluk) gösterirse, Allâhü
Teâlâ’nın sevgisi ona vacip olur.”
Ebû Hüreyre (r.a.)’in rivayet eylediği Hadîs-i Şerîfte: “Pehlivan, güreş
tutan değil, kızdığı zaman kızgınlığını yenendir” (Buhârî,
Müslim) buyuruldu. İnsan kızdığı zaman, şeytanın elinde, top gibi esirdir.
Onu günâha, hattâ küfre atar da haberi bile olmaz. Ebû Hüreyre (r.a.)’in
bildirdiği Hadîs-i Şerifte buyuruldu ki: “Resûlullah (s.a.v.)’in huzuruna bir
kimse gelip, “Yâ Resûlâllah, bana bir nasîhat et de onu tutup kurtulayım”
dedi. “Kızma” buyurdu. O kimse, birkaç defa daha,
“Yâ Resûlullah, bana nasihat et” dedi. Her defasında “Kızma” buyurdu.”
(Buhârî)
Bir Hadîs-i Şerîfte de: “Kızgınlığını yenen (ki insan kızgınlığını yenebilir)
kimsenin kalbini Allâhü Teâlâ, emniyyet ve îmân ile doldurur.” buyuruldu.
**(Allâme Eş-Şeyh Alaaddin Abidin,El-Hediyyetü’l-Alaiyye, s.596) (Mevlana
Muhammed Rebhani, Riyad’ün Nasıhin, s.528)
19. 19
BİR HOŞGÖRÜ ÖRNEĞİ
11 yaşında bir çocuktu. İlkokulu bitirmiş ve din eğitimi yapan bir
müessesenin eleme imtihanını kazanarak kaydını yaptırmıştı.
İlkokul öğretmeninin ona karşı ayrı bir ilgi ve alâkası vardı. O da
öğretmenini seviyordu. Belki de ilk defa öğretmeninin isteğine uymamıştı.
Buna uyamamıştı demek daha uygun olurdu. Öğretmeni yatılı okula
gitmesini isterken o birazda ailesinin zoruyla Kur’an Kursu hüviyetindeki bir
müesseseye kaydını yaptırmış, orada okumaya niyetlenmişti.
Halbuki ilkokul öğretmeni onu hangi telkinlerle yetiştirmişti. “ Sen
büyük bir adam olacaksın “ onun alışageldiği iltifatlardan sadece biriydi.
Ama şimdi o, büyüklüğe giden tüm yolları kendi elleriyle tıkamıştı... “ Yobaz
ve gerici” yetiştiren bir yerde okuyacaktı...
Son görüşmesinde öğretmeni ona buna benzer laflar söylemişti...
Sanki havada bir kırbaç ıslık çalmış ve ardından gelip onun okuma
hevesinin üstüne şaklamıştı... Yaralanmıştı çocuk... Büyük olma yolunun
tıkandığına canı sıkılmış ve sebep olanlara kin duymaya başlamıştı...
Yatılı okul imtihanını kazanmış olmasına rağmen gidememek içine iyice
işlemişti. Bir gün öğretmenine içini döktü...Ondan üniversiteyi bitirinceye
kadar destek olma garantisi almıştı... Artık ailesi karşı çıksa da önemli
değildi... Öğretmeni ona her türlü desteği verecekti.
Kur’an kursundan kaçtı. Zorda olsa ailesini ikna etti. Ama kimliği, ilkokul
diploması kursta kalmıştı... Onlarsız okula kaydolması imkansızdı...
Kursa gitti. Talebeler dersteydi. Kimseye görünmeden ikinci kata çıktı.
Burası kursun yatakhanesiydi. Kimliği ve diploması bavulundaydı... Kurstan
kaçarken dikkat çekmesin diye bavulunu yanına almamış, kimliğini ve
diplomasını almayı da unutmuştu…
Acele acele alacaklarını aldı, bavulunu kapatıp eski yerine koydu. Nasıl olsa
daha sonra gelir alırım diye düşündü...
Merdivenlerden indi. Dış kapıdan çıktığı an iş bitmiş, hürriyetine kavuşmuş
olacaktı...
Yüreği heyecandan bir güvercin yüreğine dönmüştü. Koşar adımla dış kapıya
doğru yürüdü. Tam kapıdan adımını dışarı atacaktı ki , ensesine bir el
yapışıverdi. Çırpınışları fayda vermedi, ensesindeki elden kurtulamadı...
Biraz sonra “ Hocasının “ huzuruna çıkarıldı. Meğer hocası emir vermiş . “
Gören yakalasın ve bana getirilmeden bırakılmasın “ demiş.. Görevlide
vazifesini yapmış ve onu elinden tutup hocasının yanına götürmüştü...
20. 20
Talebe, kendini buradan nasıl kurtaracağını düşünüyordu... Sonunda
kararını verdi. Hocasına alabildiğine küstahlaşacak, o da böyle küstah talebe
işe yaramaz diyecek ve onu kovacaktı. Böylece kurtulmuş olacaktı.
Düşündüğü gibi de yaptı… Hocanın karşısındaki sandalyeye kuruldu,
burnunu havaya dikip oturdu.
Uzun bir sessizlikten sonra hoca, birkaç kere tepeden aşağıya süzdüğü
talebeye “burada okumak istiyor musun? “Diye sordu. Mağrur talebe, haşin
bir sesle “istemiyorum” dedi... İkisi de sustular. Hocası “nerede okumak
istiyorsun “
“yatılı okulda “ diye cevap verdi talebe bu soruya...
Hocası sorusunu değiştirdi: “Ne olmak istiyorsun “diye sordu.
“Cumhurbaşkanı“dedi talebe.
“Peki kaç sene yaşayacağını düşünüyorsun? “ diye bir başka soru sordu
hocası “en fazla yüz sene “ cevabını verdi...
- yüz sene yaşadın diyelim bunun kaç senesi uykuda geçer?
- “yaklaşık yarısı”
- Kaç sene cumhurbaşkanlığı yaparsın?
- “Yedi sene, millet isterse bir yedi sene daha”
- Peki, 14 sene diyelim... Bunun kaç senesi uykuda geçer. İnsan
uykuda da cumhurbaşkanlığı yapamaz ya? “
- “7 “senesi
- Yani sen, en fazla 7 sene cumhurbaşkanlığı yapabilirsin, değil mi?
- “evet”
- Hocası... “Ama Cumhurbaşkanı olacağında garanti de değil...
- “elbette “
- Peki ya daha sonra...
Bu son soru kafasına balyoz gibi inmişti. Küçük bir çocuktu. Ama dindar bir
ailede yetiştiği için “sonra” nın ahirete yönelik bir tarafı olduğunu da
biliyordu. Dememişti, açıklamamıştı ama hocası bunu ima etmişti.
Sanki ona, önemli olan cumhurbaşkanı olmak değil, insan olmaktır,
demek istemişti...
21. 21
Kendisinin bir tahta kulübesinin olduğundan bahisle, fakat ben
hayatımdan o kadar memnunum ki, şu anda bana cumhurbaşkanlığı dahi
teklif etseler burayı bırakıp gitmem, demişti…
Talebenin zihni önce allak bullak oldu… Sonra karanlık sis bulutlarından
aydınlığa kayıyor gibi hissetti kendini... Hocasının bir büyükle konuşurmuş
gibi onu karşısına alıp konuşması, bütün küstah söz ve davranışlarına
rağmen gayet hoşgörülü ve müsamahakâr davranması içine ılık bir sevginin
akışına sebep olmuştu...
Kararını verdi, burada kalacak, burada okuyacaktı...
22. 22
BUNU MU İSTİYORSUNUZ
Yazarı: Üstün DÖKMEN
Çocuğunuz;
– Varsın, bir çivi bile çakamasın…ama, dersleri iyi olsun.
– Varsın, omuzlarda cenaze taşıyanlara bön bön baksın…ama, matematiği
düzgün olsun.
– Varsın, evin çalan telefonuna cevap veremesin…ama, notları yüksek olsun.
– Varsın, eve gelen misafirlerinizle üç kelime konuşamasın…ama, fen lisesine
gitmiş olsun.
– Varsın, ağlayan bir çocuk görünce ona gülsün…ama, sınıfın birincisi
olsun.
– Varsın, kendisinin fazladan harçlığı olduğu halde; kantinden simit
alamayan çocuklarla alay etsin…ama, öğretmenlerinin gözdesi olsun.
– Varsın, başını okşayıp hatırını soran bir yetişkine dönüp; “Ya siz nasılsınız
efendim…” diyemesin…ama, yabancı dili mükemmel olsun.
– Varsın, oyun arkadaşları olmasın…ama, sınavlarda “on” çeksin.
– Varsın;
– Taziye nedir, bilmesin,
– Başın sağ olsun ne demek, anlamasın,
– Geçmiş olsun kime denir, niçin denir, haberi olmasın,
– Uğurlar olsun, ne anlama gelir farkında olmasın,
– Ama… karneleri süper olsun.
– Evet…varsın, tek dostu olmasın…ama, iyi gelir getiren bir mesleği
olsun…öyle mi…
Bu çocuğu bu hale nasıl mı getirdiniz:
– Bandı üç ay geriye sararak, çocuğunuzla “nelerden ibaret” olan iletişiminizi
dinlemek ister misiniz;
– “Oğlum, çıkar üstünü-başını…doğru derslerinin başına…
– Kızım, öğrenemedin gitti şu işi…hafta içi sokak-mokak yasak…
– Ne gezmesi…sen önce ödevlerini bitir.
– Oyun mu…gelmeyeyim yanına…
– Geçen dönemin berbat karnesini unuttuğumu sanma…
– Birazdan tek tek bakacağım ödevlerine…
– Yavrum, bıktım ama her akşam ders çalış demekten…
– Şu odanın hali ne küçük bey…
– Hayır efendim…siz de ana-baba olunca her akşam bol bol televizyon
izlersiniz…
– Haftaya veli toplantısı var biliyorsun değil mi küçük hanım…
– Çocuklar…kesin şamatayı da elime sopa almayayım…
• Çocuğunuzla bilmem ama, bu tarzınızla kimseyle iletişim kuramazsınız.
• Mesela, çocuğunuz hakkında şunları hiç merak ettiniz mi:
– Elinin neye yatkın olduğunu,
– Gönlünün neler arzuladığını,
– Dilinin neye uyumlu olduğunu,
– Gözlerinin zevkini,
– Hangi oyunlardan hoşlandığını,
23. 23
– Neleri “merak” ettiğini,
– Arkadaşları ile en çok hangi oyunları oynadıklarını,
– Hangi oyunlarda başarılı olduğunu,
– Futbolla ilgisini, basketle arasını, satrançla havasını…hiç merak ettiniz mi
acaba.
– Bisiklet sürmeyi öğrenip öğrenmediğini,
– Resim dersiyle ilgisini,
– Müzikle arasını…hiç mi sormadınız…
• Öyleyse çocuğunuzla:
– Ayağı yere basan bir iletişim kuramazsınız.
– Her sözünüze tepkili olması,
– Lafı ağzınıza tıkaması,
– Bazen de sizi terslemesi,
– Hayallerinizin suya düşmesi…
Hep bundandır…
Canım kardeşim.
24. 24
GENÇKEN NE DÜŞÜNÜRLER
Yazarı: Alıntıdır. (Anonim)
Evi terk etmeye karar vermişti, artık babasının sürekli ikaz ve
söylenmelerine katlanmak istemiyordu.
"Diş fırçalarken suyu açık bırakma"
"Salondan en son kim çıktı? televizyon neden açık"
"Odada kimse yok, ışıkları niçin kapatmıyorsun?"
"Makası kullanıp, neden tekrar yerine bırakmıyorsun?"
Sabah bir iş görüşmesine gidecek ve eğer kabul edilirse aile evini bırakıp,
kedisine bir ev kiralayacaktı. Kararı kesindi. Artık kendi hayatını yaşamak
istiyordu.
Sabah, babası onu kapıda uğurladı.
- Dikkatli ol ve bütün soruları cevaplamaya çalış, oğlum.
Dedi ve her zamankinden daha fazla harçlık verdi.
Görüşme adresine gelince, kapıda bekçi yoktu. Bahçe kapısı açıktı ama
sürgülü kilidinin demiri dışarıdaydı, giren çıkan herkes bu demire
değiyordu. Hemen kilit sürgüsünü geri çekti ve içeriye girdi. Bahçede bir
hortum suyunu boşa akıtıyordu. Onu aldı ve sulasın diye bir ağacın dibine
bıraktı. Bir avluya girdi, duvar dibinde boşa çalışan bir vantilatör gördü.
Gayrı ihtiyarı bir hareketle, vantilatörü kapattığını fark etti. Artık huyu
nefsine galip geliyordu. Kendisini tuhaf hissetti ve bu durumundan nefret
duymaya başladı.
Oradan küçük bir odaya girdi. Üzerindeki okla görüşme salonuna gider,
yazan bir kâğıt ters bir şeklide asılı duruyordu. Onu düzeltmek istemedi,
fakat babası sanki karşında duruyor gibiydi ve ona; "Onu düzelt" diyordu
sanki. Kağıdı düzeltip, görüşme salonuna girdiğinde diğer adaylar oturmuş
sıralarını bekliyorlardı. Salonun ışıkları açıktı ve günün ışığı yeterince her
yer aydınlatıyordu. Aldırmak istemedi fakat babasının sesini duyar gibi oldu
sanki "kapatın bu ışıkları" diyordu. Bu ses dikkatini dağıtıyordu. Duramadı
hemen gidip ışıkları kapattı ve sırasını beklemek için bir kenara oturdu.
Sıra ona gelince görüşme odasına çağrıldı.
Masanın öbür tarafında oturan kişi evraklarını istedi. Diplomalarını
inceledikten sonra, işe ne zaman başlayabileceğini sordu. Bunu bir tuzak
saydı ve imtihanın bir parçası olmalı. Dedi kendi kendine. Ne cevap
vereceğini bilemedi.
Tedirginliği yüzüne yansımaya başladı.
Karşısındaki adam; Neyi düşünüyorsunuz? Diye sordu
Biz burada kimseye soru sormadık. Adayları cevaplarıyla değil
davranışlarıyla değerlendirmek istedik. Adaylardan hiç birisi senin gibi
davranmadı. Bahçe girişinden itibaren herkesi izledik. Açık sürgü kilidi, boşa
akan su, vantilatör, ışıkları ve ters kağıt hepsi imtihanın birer aşamasıydı.
Bu sınavı başarılı bir şeklide tek sen geçtin. Yeni işin hayırlı olsun.
Babasının disiplini ve sürekli ikazlarına, kızması geldi aklına ondan
pişmanlık duydu ve bu işi sadece disiplinle kazandığını anladı. Eve çok
mutlu döndü ve ertesi gün babasını alıp yeni işyerini göstermek için can
atıyordu.
ALINTIDIR...
25. 25
AİLE OKULU KONFERANSINDAN NOTLAR
Konferansa erkeklerin rağbet etmesi çok manidar.
Çocuğun eğitiminden, yetiştirilmesinden sadece anne değil baba da
sorumludur.
İyi bir çocuğun varsa miras bırakmaya ne gerek var. Eğer iyi bir çocuğun
yoksa miras bırakmaya ne gerek var.
Türk aile yapısı güçlü lafı şehir efsanesidir. Boşanmalar çok artıyor.
Aileyi ayakta tutan değerler; bilinçli eş olmak ve bilinçli ebeveyn olmak.
Ailedeki en büyük problem: “Sorun çözmeyi” bilmiyoruz. Sorun çözme
becerisi geliştirmek olumlu. Bu beceriyi geliştirmek için;
Problemi tanımlamak,
Muhtemel çözüm yollarını ortaya koymak,
Çözüm yollarından birini seçmek,
Sorun çözülemiyorsa; dur, düşün, yeniden başla.
Psikolojik sağlığın öğeleri;
Özbilinç: İnsanın kendini tanıması, zayıf ve kuvvetli yönlerini bilmesi
gerekir.
Özyönetim: Kişinin kendini, duygularını, dürtülerini yönetmek. Özgür ol,
duvarları yık anlayışı çok sıkıntılı bir anlayış. ABD’de boşanmaların en
büyük sebebi çift terapistleridir. Asıl özgürlük insanın arzularına,
dürtülerine rağmen kendini kontrol etmesidir.
Sosyal bilinç: insan tek başına değil sosyal bir varlıktır. İnsanların bir arada
yaşayabilmesi için bir amaç olması gerekir.
İlişki yönetimi: insan ailede ve dışarıda diğer insanlarla ilişkilerini
yönetebilirse mutlu olur. Aileyi ‘sevgi yuvası’ demek eksik olur, ‘iyi işbirliği
yuvası’ olması gerekir. Ailede sevgi, saygı ve en önemlisi güven olması
gerekir. Aile insanın son sığınağıdır. Ailede kurallı ortam olması gerekir. Katı
ve soğuk kurallar tarzında değil. Mesela çocuğun cep telefonunu
karıştırmamak, odaya girerken kapının vurulması gibi.
Altın orta nokta kuralı. Bir taraf adım atar, diğer taraf adım atar. Ortada
buluşulur. İki tarafın da birbirini değiştirmeye çalışmaması gerekir. Burada
ego savaşları başlar. Ben merkezcilik çağımızın hastalığıdır.
Modernizm yaşamak için eğlence düşkünlüğünü getirdi.
Bencillik bireysellik karıştırılıyor.
26. 26
Demokrasi ailede başlar. Demokrasi sadece siyasi bir kavram değildir.
Küresel ahlak için bireysel ahlak olması gerekir.
Demokrasi kültürünün ailede gelişmesi için olması gerekenler;
Eleştirilebilirlik: Kişinin eleştiriye açık olmasıdır. İçinde öneri olan
eleştiriler önemlidir.
Özgürlükçülük: Kişinin kendi düşüncesini zorla kabul ettirmemesi. İşgalci
anne: Çocuğa illa şunu ye, şunu giy, rüyada bile ne gördüğünü bilmek ister.
Böyle olunca da çocukta özgüven gelişmez. Böylece kendine güvenmeyen
bireyler ortaya çıkar. Anne ve baba çocuğa zorla bir şey yaptırmamalı.
Çocuğa buyurgan yaklaşım yerine seçenekli yaklaşmak gerekir. Böylece
özgüven, girişimcilik ortaya çıkar.
Çoğulculuk: Bir aile totaliter olmamalı. Tek tip olmamalı. Çocuğu tek tip
yetiştirmemek gerekir. Babacıl yaklaşımdan uzak durulmalı. Bu da korku
kültürünü ortaya çıkaran bir anlayıştır. Su büyüğün sus küçüğün sözü gibi
bir yaklaşım uygun bir durum değildir.
Katılımcılık: Tatile giderken herkesin onaylaması gerekir.
Buluğ çağındaki çocuğa değer vermek gerekir. Çocuğu düzeltmeye çalışmak
yerine iyi bir şey yaptığında onu taktir edin.
Gelin-kaynana ilişkisi Mısır yazıtlarında yazılmaktadır.
Aile içi iletişimde iyi zan kuralı vardır. Bir insanın yapmadığı bir şeye karşı
yapmış olabilir diye düşünmek kötü bir davranıştır.
Ailede bir kural koyulacaksa çocuklarla beraber koyulması gerekir. Okulun
başlayışında ders çalışma, eğlenme saatlerinin belirlenmesi gerekir.
Saatlerin birlikte belirlemek gerekir.
Çocukla ayakta konuşurken onun seviyesine inerek konuşun. Yukardan
aşağıya konuşmamak gerekir.
Anne-baba ve çocuk ilişkisi eşitlik ilkesi çerçevesinde olmalıdır. Anne ve
baba arasında kurallarda farklılık olmamalıdır.
Ödül esastır, ceza istisnadır.
Narsistliğin tedavisi sessiz iyiliktir. Kimsenin bilmediği bir iyilik yapmaktır.
Bu tip insanlara karşı yanlışları çatır çatır söylemek gerekir. Bu kişileri
yüzlerine övmemek gerekir.
Hedefe yönelik davranış eğitimi çocuk eğitiminde çok önemlidir.
27. 27
Çocuklara harçlığı haftalık vermek gerekir. Günlük verilmemelidir. Miktarı
çocukla konuşarak belirlemek doğru bir davranıştır.
Çocuğu hayatın fırtınalarına hazırlamak gerekir. Yasakçılık yerine anne-
babanın rehberliğinde çocuk hayata hazırlanmalıdır. Çocuğun her şeyi
karışmak doğru değil. Çocuğa inisiyatif verilmeli. Çocuğa empati eğitimi
verilmelidir.
Koltuk örneği
Batıda çocuk koltuğa çıkmak istediğinde kimse karışmaz. O çabasıyla
koltuğa tırmanır. Muzaffer bir komutan edasına bürünür. Böylece özgüveni
ve girişimciliği gelişir.
Bizde ise çocuğun koltuğa çıkması için hemen elinden tutar çıkarırız.
Çocuğun özgüveni gelişmez.
Ancak ikisi de tam bir davranış değil. Doğru olan çocuğun koltuğa çıkmasını
teşvik etmek ve düşersen seni tutacağım demek gerekir.
Mutlu ailedeki özellikler;
Birlikte zaman geçirin.
Taktir, onayı çok kullanın.
Ailede en çok değer verilen şey neyse o ailenin kutsalıdır. Kalbi, sevgi
yatırımı yapıyorsak vizyonumuz odur. Her ailenin bir vizyonu olmalıdır.
Çocuğa davranış diliyle örnek olmak en iyi eğitimdir.
Aile içi oturum yapılmalı. Haftada, on beş günde veya ayda bir olabilir.
Çocuğun yalan söylememesi için ne yapılabilir?
İyi şeyleri bir yere, yalanı bir yere koysanız denktir. Yalan söylüyorsun değil
de doğru söylemiyorsun demek gerekir. Kesinlikle yalancılık yaftası
vurulmamalıdır. [Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Ankara Aktif Çalışanlar Derneği’nin
(AKÇA-DER) düzenlediği “Aile Okulu” konulu konferans]
Çocuklar sosyal medyada tehlike altında!
Teknolojik gelişmelerle artan sosyal medya kullanımı ve ailelerin
kontrolü dışındaki kullanımların gençler üzerindeki zararlı etkilerini
yazar Zekeriya Efiloğlu ile konuştuk...
28. 28
Teknolojinin sosyal medyayı evlerimize taşımasının ardından aile yapısında
önemli problemler de baş göstermeye başladı. Artan boşanma oranları ve "Z
kuşağı" olarak tabir edilen gençlerin ihtiyaçları derken sosyal medya suçları
da günümüzde büyük sonuçlar doğuruyor.
Konuya ilişkin haber7.com'a önemli açıklamalar yapan yazar Zekeriya
Efiloğlu, aile, kültürel değerler, toplumsal normlar ve günümüz gençlerinin
yönelimlerine ilişkin şunları söyledi:
- Toplumsal olarak sosyal medyayı konumlamaya çalışıyoruz. Bu
konuda kırmızı çizgi nasıl olmalı?
Türkiye'nin götürülmek istediği AB örneğinden yola çıkarak bunu
tanımlayabiliriz. Kedi köpek beslemenin ön plana çıktığı Avrupa toplumunun
nüfusunun 2050 yılı itibariyle 60 milyon civarında düşmesi bekleniyor. AB
aile yapısının önemini yeni anlayarak, önemli çalışmalar yapmaya başladı.
Başının Almanya'nın çektiği AB ülkeleri, nüfusu artırmak için resmi - gayrı
resmi her şekilde çocuk yapılmasını destekliyor. Bu nedenle Avrupa’da
“babyklappe” denilen “bebek bırakma kutuları” artmaya başladı. Burada
hükümet insanlara, her ne şekilde olursa olsun çocuk yapmalarını ve
mutlaka bu çocuklara bakılacağını taahhüt ediyor. Avrupa’da yaşlılık
sorunu varken, bizde de gençlik sorunu var.
- 'Gençlere ilişkin belirgin şikayetler var. Gençleri yönlendiren etmenler
sizce neler?
Türkiye’de gençleri yönlendirecek ciddi projelerin üretilmediğini görüyoruz.
Benim konu ile ilgili naçizane fikrim, özellikle 2000 – 2010 yılları arasında
Türkiye’de yayınlanan diziler işlenen temalardır.
Bu süreçten öncesine baktığımızda, yayınlanan dizilerde aile ve aileyi bir
arada tutma teması varken bugün yayınlanan dizilere baktığımızda ise
bireyselcilik, tekçilik, bencilliğin nasıl arttığını siz de gözlemleyebilirsiniz.
29. 29
Aşk ve sevgi adına her şey yapılabilirken, aynı evde nikahsız yaşanmanın
özendirilmesi, evlenmeden çocuk sahibi olmanın meşru kılınması, aşkın ve
sevginin yok olduktan sonra başka kişilerde tatmin edilmesinin önünü açan
birtakım yaklaşımların, subliminal mesajların ve algı yönetiminin arttığını
gözlemleyebilirsiniz. Bu yalnızca dizilerden değil, sosyal medyadan,
kitaplardan da desteklenen mesajlar üstelik.
- "Subliminal mesaj"lar gençlere nasıl ulaştırılıyor?
Son yıllarda gelişmiş ülkeler, savunmaya ya da silaha yatırım yapmıyor. Bu
ülkeler, subliminal mesajların önemini kavradı. Bu nedenler, en büyük
yatırımı bu mesajları yayabilecekleri sosyal platformlara yapıyorlar. Onlar şu
an sosyal medya tugayları kuruyorlar, Facebook ajanları oluşturuyorlar
ve Twitter askerleri yetiştiriyorlar. Bu yöntem, aslında ilk Hitler’in keşfederek
yaptığı uygulamadır. Şu anda çekirdek aile dediğimiz yapı, “mikro aile”lere
dönüştü. Bu mikro aileler, telefonun içerisinden her şeyi konuşmayı meşru,
mubah ve doğru olarak adlandırılan aile yapısını meydana getirdi. Bu aile
yapısı maalesef bizde de mevcut.
SEVİMLİ KELİMELERLE GENÇLİĞİ HEDEF ALIYORLAR
Son iki yılın öncesinde gümrüksüz olarak Türkiye’de kullanılan oyunlar
aracılığı ile, namaza kaldıramadığımız, annesinin sofraya getiremediği
çocuklarımız, sabahın bir vakti kalkarak hayvanlarını yemliyor, askerlerini
dizayn ediyor ve kendi dünyasının düzenliyordu. Aynı gençliğe, kitap okuma
ya da sosyalleşme adı altında da bir şeyler sunmaya başladılar.
Adı, Instagram, Snapchat, Periscope gibi programların özellikle çocuklarımızı
elimizden biraz daha uzaklaştırdığımızı göremez olduk. Eskiden, her
teknolojik yenilik bizi hayata biraz daha iyi hazırlardı. Şu an yapılan
30. 30
yenilikler ise hem çocuklarımızı hem de bizleri biraz daha bizden
uzaklaştırarak bireyselleştirerek bencil ve kıymet bilmez hale dönüştürüyor.
Sevimli kelimelerle gençlerimizi hedef almaya başladılar.
Çocuklarımızın televizyon ve sosyal medya vasıtasıyla dokuz yaşından
itibaren kullanmaya başladıkları aşk gibi, sevgi gibi kavramları daha doğru
öğretmemiz gerekiyor. Kitaplarımda özellikle gençlik ve okul dizilerinin
sirayet ettiği bugünün gençlerini arkadan gelerek nasıl toparlamamız
gerektiği üzerinde duruyorum.
- Peki ya kitaplar...
Bu ülkede kitap okuyan kesimin yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. Bu
bayanların yüzde 80’i de 9 yaşı ile 25 yaş arasında. Erkekler neredeyse hiç
kitap okumuyor. Erkeklerin okuduğu ilgi alanı da çok farklı. Bu nedenle,
birçok şey de bayanları hedef alarak yapılıyor.
Özellikle az önce bahsettiğim whattpad gibi kitap okuma programı, ağzımıza
almaktan bile haya edeceğimiz kadar konuşulmayacak şeyleri pervasızca
çocuklara sunuyor. Aslında, burada çocuklarımızın okuduğu kitap değil
aslında burada bizim canımıza okuyorlar, farkında değiliz.
İbn-i Haldun’un güzel bir sözü vardır; ‘Önce yanlışı bilmek gerek’ der. Biz
ise şu an çocuklarımıza önce yanlışı öğretiyoruz, sonra da nasıl toparlarız
diye çalışıyoruz.
31. 31
YASAKLAMAK YA DA KALDIRMAK ÇÖZÜM DEĞİL
- Ailelere özel konferanslar ile sosyal medya ve kitaplara ilişkin bilgi
veriyorsunuz. Ailelere tavsiyeleriniz neler?
Bizim, bütün ailelerimizin internet kullanımını bizzat öğrenmesi gerekiyor.
İnterneti ya da sosyal medya kullanımını bilmeyen ailelerin, çocuklarının
‘mikro aile’sinin bulunduğu telefonu ile ne yaptığını da anlama şansı yok ki.
Çocuklarımız kendi dünyalarına çekildiklerinde, ‘canlı yayın’da neler
yapıyorlar, sosyal medya arkadaşları aracılığı ile hangi ortamlara giriyorlar
ya da hangi yasa dışı işlere bulaşıyorlar bizim bunları internet bilmeden
anlama şansımız da yok. Yasaklamak ya da kaldırmak bir çözüm değil.
Çocuklarımıza özellikle etki eden bu dünyanın içerisinde iyi ve kötüyü ayırt
etmek için nasıl mücadele edeceklerini çocuklarımıza öğretmemiz gerekir.
Bizler çocuklarımız için aracılık görevimizi bile yapmıyoruz. Onlara doğruyu
yanlışı ayırt etmelerini sağlayacak bilgiyi vermek şöyle
dursun; ‘nasılsın?’diye sormuyoruz bile. Oysa, ödev yapması için odasına
gönderdiğimiz çocuklarımıza sosyal ağlardan bir günde binlerce bildirim
geliyor. Bu nedenle bizim de tek tek bütün sosyal ağlar hakkında
çocuklarımıza ‘nedir’ ve ‘hangi amaca hizmet eder’ bunları öğretmemiz
gerekiyor.
Bu gençliğe verilen ismi, “Z” gençlik! Bu gençliğe konuşarak değil,
dokunarak ve duygularını okşayarak iyiyi ve güzeli anlatmalıyız. Çünkü
gittikçe, ailesinin, annesinin babasının ve bu ülkede on beş yıldır yapılan
çalışmaların kıymetini bilmeyen bir nesil yetişiyor. Siz bu gençliğe doğru
manada yaklaşmaz, o gençleri de elinizden kaçırırsanız ne olacak bu işin
sonu? Sayın Cumhurbaşkanımızın özellikle 15 Temmuz’dan önce gençlere
yönelik çalışmalara ilişkin ciddi bir yaklaşım sergilediğini biliyoruz.
32. 32
- Ailelerin birçoğunun da parçalandığını görüyoruz. Bu durumu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Son dönem araştırmalarla kadınların çok konuştuğu, erkeklerin hiç
dinlemediği mesajı veriliyor. Hatta bunun üzerinden kadınların günlük beş
bin kelime konuştuğu, gün içerisinde bunu dolduramazsa akşam eşinin
başının etini yiyeceği anlatılıyor. Oysa hiçbir araştırmada, Türk toplumunun
üç yüz ya da beş yüz kelimeden fazla konuştuğunu sonucuna
rastlanmamıştır. Türkiye’de yapılan araştırmalarda, eğitim almamış bir kitle
250-500 kelime arası, eğitim almış kitle ise 1000-1500 kelime arasında
konuştuğu belirlenmişken, kadınlarımızı sürekli konuşan, erkeklerimizi de
onların dertlerini anlamayan olarak konumlandırdılar.
EZBER BOZAN CÜMLELER
Ben de diyorum ki; Kadınlar çok konuşmazlar, aslında siz eksik bıraktığınız
için tamamlarlar. Kadınlar fazla dır dır etmezler, aslında siz söz verdiklerinizi
zamanında yapmadığınız için söylenirler. Kadınlar fazla istekte bulunmazlar,
sadece siz isteklerini ve ihtiyaçlarını anlamadığınız için bu şekilde
davranırlar.
Bu tanımla ile doğru kodlamayı yaptığınız zaman ailelere verdiğiniz mesaj da
bir anda değişiyor. ‘Evlilik aşkı öldürüyor’ diyenlere, ‘Aşk evlenince
başlar’diyorum. Diyorlar ki “İlk görüşte aşk vardır” ben de diyorum ki, “İlk
görüşte aşk yoktur. Aşk tanıdıkça şekillenen, tanıdıkça büyüyen bir
duygunun adıdır. Ama ilk görüşte heves, etkilenme vardır.”
33. 33
Toplumda domino etkisi yapan bu tanımlamaları ben yeniden formatladım.
En güzel aşk tanımının, Peygamber Efendimiz’e hitaben ‘Sen olmasaydın
ben bu kainatı yaratmazdım’ nidâsı olduğunu söylüyorum. Aileler, kültüre
değerler ve aile yapısı dediğimiz değerler olmadığı müddetçe bu toplumun
ayakta kalması mümkün değil.1
KAYNAK: HABER7
1
http://www.haber7.com/kitap/haber/2220992-cocuklar-sosyal-medyada-tehlike-altinda
34. 34
BAŞARILI ÇOCUKLAR YETİŞTİRMEK İÇİN
Yazar: Prof. Dr. Sefa SAYGILI
Üstad Şevket Eygi Bey görüştüğümüzde bir haber ve buna ait yazısından bir
fotokopi örneği verdi. Haberde Japon okullarında müstahdem veya hizmetli
olmadığı, bunun yerine okulun tüm işlerini öğrenciler ve öğretmenler
tarafından iş birliği içerisinde yapıldığı kaydediliyordu.
Yine “Japon okullarında yer paspaslayan öğrenci, cam silen öğretmen görmek
şaşırtıcı değildir. Hatta ve hatta tuvalet temizliğini bile öğrenciler yapar. Bu
sebepledir ki öğrenciler okulu temiz tutmaya özen gösterir, nihayetinde
kirletseler de temizleyecek olanın kendileri olacağını iyi bilirler.” diyordu.
Üstat Eygi Bey de yazısında şunları ifade etmiş:
“Japonya'yı Japonya yapan özelliklerinden biri budur. Japon velileri bunu
tabiî ve normal karşılar. Bizdeki mağrur çıtkırıldımlar, kuşkonmazlar böyle
şeyleri kabul etmez. Küçük oğlu ve kızı tuvalet temizleyecek… Olur mu öyle
şey? Havalara çıkarlar, ortalığı birbirine katarlar.”
Gerçekten araştırmacıların önemle üzerinde durduğu bir konudur bu:
Hayatta başarılı olmak için çocuklukta zorluklarla başa çıkmasını bilmek
gerekir. Elbette her anne baba çocuğunun başarılı olmasını, büyüyünce de
iyi bir hayat yaşamasını ister.
İşte başarılı çocuk yetiştiren ailelerin bazı ortak özellikleri:
• Çocuklarına ev işi yaptırıyorlar. Çocuklar ev işi yaptıklarında hayatın bir
parçası olmak için bir şeyler yapmaları gerektiğini anlıyor ve gelecekte
meslek sahibi olduklarında çalışma arkadaşlarıyla daha iyi işbirliği kurup
daha empatik bireyler oluyorlar.
• Sosyal beceriler öğretiyorlar. Anaokulundayken sosyal becerileri olan
öğrenciler; daha yardımsever, problem çözme yeteneği gelişmiş yetişkinler
oluyor ve üniversite bitirip 25 yaşlarında meslek sahibi oluyorlar.
• Çocuklarından beklentileri daha yüksek oluyor. Ebeveynlerin
beklentilerinin çocukların gelecekte başarıları üzerinde çok büyük bir
etkisi olduğu görüldü.
• Çocuklarıyla sağlıklı ilişki kuruyorlar. Çatışma ve tartışmalar olan bir
ortamda büyümek yerine sağlıklı bir ailenin parçası durumundaysa daha
başarılılar.
• Aile eğitimliyse çocuklar daha başarılı oluyor.
• Çocuklarına matematiği erken yaşta sevdiriyor ve öğretiyorlar.
• Çocuklarıyla sağlam ve hassas bir ilişki geliştiriyorlar. Bakılan ve özen
gösterilen çocuklar bunlar.
• Stres seviyeleri çok daha düşük.
35. 35
• Aile, başarısızlıktan kaçınmak yerine çocuğun gösterdiği çabaya ve
emeğe değer veriyor.
• Daha yüksek bir sosyo-ekonomik seviyeye sahipler.
• Anne çalışan, üreten, gayret gösteren biri.
• “Otoriter” veya “fazla serbest bırakan” aileler olmak yerine “saygı
uyandıran” ebeveynler olmayı tercih ediyorlar.
• Çocuklarına “dayanıklılığı” öğretiyorlar. Dayanıklılık, çocuklara uzun
dönemler hedefler belirlemeyi ve yaşamak istedikleri geleceğe giden yolda
kendilerini adayabilmeyi öğretiyor. 2
Prof. Dr. Sefa Saygılı- 01.07.2016
2
http://www.milatgazetesi.com/basarili-cocuklar-yetistirmek-icin-makale-88494
36. 36
ÇOCUK VE TATİL
Yaz aylarının gelmesi ile birlikte çocuklar için uzun bir tatil dönemi başlar.
Bu tatili çocukları için verimli hale getirmeyi tüm anne-babalar ister. Bu
dönem iyi bir şekilde değerlendirildiğinde tatil, çocuk için hem öğrenme hem
de dinlenme dönemi olur. Peki tatil, çocuk için ne demektir?
Tatil Demek, Dinlenmek Demektir
Çocuklar için tatil demek, öncelikle dinlenmek demektir. Maalesef
günümüzde eğitim saatleri artmış, okullar tam gün eğitim vermeye
başlamıştır. Okullardaki başarı ve rekabetin artması nedeni ile çocuklar
okullara, okul sonrasında ise etüt merkezi ve takviye kurslara gider hale
gelmiştir. Yoğun sınav stresi, ödevler, testler, anne-babanın beklentileri
derken çocuklar okul sezonunda oldukça yorulmaktadır. Bu nedenle
çocukların tatil zamanında dinlenmeye, sene içinde biriktirdikleri stresi ve
kaygıyı atmaya ihtiyaçları vardır. Onların bu dinlenme hakkına saygı
göstermek gerekir.
Tatil Demek, Oyun Demektir
Çocuklar sene içinde yoğun ders programı ve ödevler nedeni ile yeteri kadar
oyun oynayamazlar. Hâlbuki oyun onlar için bir ihtiyaçtır. Çocuklar,
doyasıya oyun oynayabilecekleri tatili çok severler. Oyun oynadıkça hem
eğlenirler hem de gelişimlerini tamamlarlar. Oyun vasıtası ile kendilerinde
birikmiş olan stres ve kaygıyı da atarlar. Bu nedenle çocuklara tatilde
yapılacak en büyük iyilik onların doyasına oyun oynamasına zemin
37. 37
hazırlamaktır. Sokaklar, kuzenler, akranlar ve oyuncaklar çocuklara oyunun
kapılarını açar. Çocuklara iyi gelen oyun sokak oyunlarıdır, bilgisayar
oyunları değil. Bu nedenle çocukları olabildiğince sokaklara, oyuncaklara ve
arkadaşlara yönlendirmek gerekir. Çocukları ekrandan uzak tutmak ve
onları serbest oyunla daha çok buluşturmak için yaz okulları, spor kursları,
oyun aktiviteleri gibi çalışmalara yönlendirmek, ev içinde birlikte
oynanabilecek yeni kutu oyunları keşfetmek güzel olacaktır.
Tatil Demek, Yetenekleri Keşfetmek ve Geliştirmek Demektir
Okullarımız genelde akademik başarıya odaklıdır. Bu nedenle çocukların
akademik başarı dışındaki yetenekleri okul döneminde pek gelişmez. Yaz
döneminde ebeveynler çocuklarını çeşitli spor ve sanat kurslarına
göndererek onların diğer yeteneklerini keşfetmelerine zemin hazırlayabilirler.
Üstelik var olan yeteneklerinin gelişmelerini de sağlamış olurlar. Çocukların
nice yetenekleri okul döneminde kaybolmaya yüz tutarken yaz döneminde
yeniden yeşerir. Sporla, sanatla ve müzikle buluşan çocuklar yeteneklerini
keşfederler. Bu nedenle aileler yaz ayları yetenek keşif ayları olarak
değerlendirilebilir. “Benim çocuğumun geliştirilmesi gereken yeteneği nedir?”
sorusu en çok bu aylarda sorulabilir.
Tatil Demek, Akrabalık İlişkilerini Güçlendirmek Demektir
Büyük şehirlerde hayat çok yoğun geçmektedir. Çalışma saatlerinin uzun
olması, trafik sorunu ve akrabaların uzak olması nedeni ile bir çocuğun sene
içinde akrabaları ile görüşmesi pek mümkün olmaz. Halbuki insan bir
ağaçsa, bu ağacın kökleri akrabalarıdır. Günümüz insanı köklerinden
uzakta ve kopuk yaşamaktadır. Tatil döneminde en fazla önemsenmesi
gereken konulardan biri de çocukların akraba bağlarını güçlendirmektir.
Halalar, teyzeler, yengeler, amcalar, dayılar, dedeler, anneanne ve
babaanneler ziyaret edilerek çocuklara büyük bir ağacın parçası olduğu
hissettirilebilir.
Tatil Demek, Birlikte Yeniden Aile Olmak Demektir
Okul sezonunda baba işlerinin başında, anne çalışıyorsa işyerinde değilse ev
işlerinde olur. Çocuğun dersleri vardır, annenin ve babanın ise kendi işleri.
Herkes kendi gündeminde yaşar. Ailecek bir şeyler yapmak oldukça zordur.
Genelde ailelere bir Pazar günü kalır ki, o da çok verimli geçmez. Çocuklar
bu tek günde aile olma ruhunu doyasıya içlerine çekemezler. Bu nedenle yaz
vakti, yeniden aile olma vaktidir. Ailecek, herkesin tüm işlerini geride
bıraktığı, tamamen birlikte olduğu zamanlara çocukların ihtiyacı vardır. Yıl
içinde dağılan tespih tanelerini yaz aylarında bir araya getirmek, incelen aile
bağlarını güçlendirmek gerekir. Bu birliktelik evde ya da dışarıda olabilir. Bu
birlikte önemli olan ailenin neredeyse tüm günü bir arada ve aynı işleri
yaparak geçirmesidir.
38. 38
Tatil Demek, Keşfetmek Demektir
Çocuğumuz sene içi yoğunluğumuz nedeni ile yaşadığımız şehre yabancı
kalırız. Şehrimizdeki müzeler, ören yerleri, mesire alanları, piknik mekanları,
nehirleri, şelaleleri, plajları, eğlence yerlerini pek bilmeyebiliyoruz. Tatiller
yaşadığımız yeri, sokakları, kültürü yeniden keşfetmek için bize imkan tanır.
Günümüzde internet üzerinden, yaşadığımız ilin gezi rehberine ulaşmak
mümkündür. Yaşadığı şehri bir çok yönü ile tanıyan çocuk, kendimi o ile
daha fazla ait hisseder.
Tatil Demek, İpin Ucunu Tamamen Bırakmak Demek Değildir
Birçok anne-baba tatil döneminde sene içinde kazandıkları birçok alışkanlığı
fazlasıyla gevşetir. Çocukların çok geç yatmalarına, geç kalkmalarına ve
bütün gün televizyon ve bilgisayar karşısında kalmalarına izin verir. Kış
döneminde çocukların kazandıkları düzen genelde yazın kaybolur. Bazı
aileler yaz geldi diye koydukları sağlıklı kurallardan bile vazgeçer. Yaz
dönemi bir çözülme dönemi olmamalı, var olan kazanımlar yazın da devam
ettirilmelidir.
Özetle, yaz aylarında çocukların dinlenmesine, doya doya oynamasına fırsat
tanımak gerekir. Aynı zamanda onların yeteneklerini keşfetmek, yaşadıkları
şehri keşfetmelerini sağlamak ve aile bağlarını güçlendirmek de yazın
yapılabilecek işler arasındadır. Tüm bunlarla birlikte yaz ayları, yıl içinde
edinilen kazanımların kaybedildiği ay ise asla olmamalıdır.
Pedagoji Derneği
http://www.pedagojidernegi.com/icerik.asp?ID=123
39. 39
MİNİK YÜZLERDE BÜYÜK HÜZÜNLER
Yapılan araştırmalar aslında çocuklarda depresyona yakalanma riskinin
ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor. Oysa depresyon çoğunlukla
erişkinlerin yaşayabileceği bir durummuş gibi görülür. Pekâlâ, çocuk ruhu
da hüznü yaşar, besler ve büyütür. Belirtilerin erişkin döneme göre farklı
olabilmesi, çocukluk döneminde depresyonun gözden kaçmasına neden
olmaktadır.
Bebeklik dönemi de dâhil olmak üzere, çocukluğun her döneminde
depresyona rastlanabilir. Ancak gelişim dönemlerine göre belirtiler farklıdır.
Örneğin annesinden uzun süre ayrı kalmak zorunda kalan ve anne yerine
bebeğe şefkat ve ilgi gösteren anne modeli birilerinin olmadığı ortamlarda
yetişen bebeklerde içe kapanma, çevresine karşı ilgisizlik, huzursuzluk ve
beslenme sorunları gibi depresyon belirtileri gözlenir.
Depresif çocuk kendini üzgün, mutsuz, neşesiz, çaresiz ve sıkıntılı hisseder.
Ancak bu duygularını açıkça ifade edemeyebilir. Durgun ve mutsuz bir yüz
ifadesi vardır. Çocuk eskiden severek ve isteyerek yaptığı işlere karşı
ilgisizdir, oyunlarından eskisi kadar zevk almamaktadır. Çabuk öfkelenir,
huzursuzdur ve ani tepkiler verir. Önceden sakin ve uyumlu olan çocuk
basit olaylara tepki göstermeye, sinirlenmeye ve bağırıp çağırmaya başlar.
Öfke patlamaları şeklinde tepkileri olur. Bazen çabuk öfkelenme şeklinde
kendini gösteren ani huy değişiklikleri, depresyonun ilk habercisi olabilir.
Ayrıca uyku ve iştah sorunları gözlenebilir.
Dışarıdan gözlendiğinde çocuğun hareket, düşünce ve konuşmasında
yavaşlama ve durgunluk göze çarpar. Tırnak yeme, sallanıp durma, elbise
parçası ya da elindeki bir şeyle sürekli oynama şeklinde davranışlar
gözlenebilir. Depresif çocuk halsizlikten ve yorgunluktan şikâyet eder.
Düşünceyi yoğunlaştırmakta güçlük çeker ve bir konuyu anlamakta zorlanır.
Okulda dersi takip edemez, masa başına oturduğunda dersle ilgilenemez,
dikkatini yoğunlaştıramaz ve çabuk unutur. Ödevlerine karşı ilgisizdir ve
ders çalışmak istemez. Öncesine göre ders başarısında belirgin bir düşme
gözlenir. Karar vermekte güçlük çeker. Bir işe başlamakta ve devam
ettirmekte zorlanır. Düşündüklerini ve hissettiklerini toparlayıp kelimelerle
ifade edemez, dalgındır. Kendine güveni azalmıştır. Kendini beğenmez, güzel
ya da sempatik bulmaz. Ben yapamam, ben beceremem düşüncesi hâkimdir.
Bu nedenle başaracağı bir işe dahi girişmez.
Özellikle okul öncesi dönemi çocuklarda bedensel yakınmalar depresyon
belirtisi olabilir. Örneğin baş ağrısı, karın ağrısı eklem ve kas ağrıları,
bulantı ve kusma gibi bedensel belirtiler depresyona bağlı olabilir. Depresif
çocuklar yaşamı değersiz gereksiz ya da dayanılmaz bulabilirler. Sonunda
“ölsem de kurtulsam” düşüncesi hâkim olur ve bu düşünceyle çocuk intihar
40. 40
girişiminde dahi bulunabilir.
Depresyonun asıl görünümü üzüntü ve kendi kötü hissetme ile belirgin olan
depresif duygu durumudur. Dışarıdan bakıldığında çocuk mutsuz ve üzgün
görünür. Ancak küçük çocuklar sözel iletişimi yeterince gelişmemiş ve
kelime hazineleri yetersiz olduklarından duygularını rahatlıkla ifade
edemeyebilirler. Dolayısıyla duygularını daha çok oyunlar ve çizdikleri
resimlerle açığa vurulurlar. Depresif çocukta kendini suçlama eğilimi
belirgindir. Örneğin annesinin hastalığından ya da babasının işlerinin iyi
gitmemesinden kendilerini sorumlu tutar. Ailelerin, çocuklarını
suçlamamaları gerekir. Bu davranış çocuğun suçluluk duygularını artırır ve
depresyonu da güçlendirir.
Eldeki bilgiler çocukluk döneminde depresyon riskinin hiç de az olmadığını
ortaya koymaktadır. Çocukluk döneminden ergenliğe geçildiğinde ise
depresyon riski daha da artar. Yapılan tarama amaçlı araştırmalarda okul
dönemi çocukların %2, ergenlik dönemindeki çocukların ise %4 ila 8 sinde
depresyona rastlanmaktadır.
Çevresel stres faktörlerinin çocuğun depresyona girmesini kolaylaştırıcı
etkisi vardır. Sevdiği ve bağlandığı birilerinden sık sık ayrı kalmak zorunda
olan bir çocuğun ileride depresyon için risk altında olduğu bilinmektedir.
Ayrıca büyük bir kayıp yaşamak ve özellikle anne babasını kaybetmek ve
ağır bir psikolojik travmaya maruz kalmak çocuklarda depresyona yol
açabilir. Çocuklarda da erişkinlerde olduğu gibi depresyonun biyolojik
temelleri vardır ve genetik olarak depresyona yatkınlık söz konusudur.
Çocuklarda depresyon tedavisinde ilaçlardan ve psikoterapiden
yararlanılmaktadır. Günümüzde depresyon tedavisinde çocuklarda güvenle
kullanabildiğimiz ilaçlar mevcuttur. Psikoterapi yöntemlerden oyun terapisi,
destekleyici terapi ve bilişsel davranışçı terapiler uygulanmaktadır. Diğer
taraftan depresif çocukların anne ve babalarının dikkat etmeleri gereken bazı
noktalar vardır. Depresif çocuklar zaman zaman sinirli, hırçın ve huzursuz
olabilirler. Bu durumun anne ve baba tarafından sabırla ve anlayışla
karşılanmalı ve çocukla çatışma oluşturacak tutum ve davranışlardan uzak
durulmalıdır.
Prof. Dr. Mücahit Öztürk
41. 41
İSLÂM’A GÖRE ÇOCUĞUMU
NASIL TERBİYE EDEBİLİRİM?
Nesil yetiştirme mesʼûliyeti ihmal edilirse âkıbet hazin olur. Evlâtlarımız,
dinlerine, medeniyetlerine yabancılaşır; kimliklerini kaybeder. Mânen
yabancı yerlerin evlâdı ve nesli olurlar. Geriye kalan biyolojik yakınlığın
hiçbir kıymeti kalmaz. Bu merhaleden sonra anne feryatları da fayda vermez.
Âilelerin en önemli vazîfelerinden birisi de Cenâb-ı Hakk’ın, İslâm fıtratı
üzere lütfettiği yavrularını hayır ve fazîletle donatmaktır. Îmanlı, istikâmet
ehli ve vatanperver çocuklar yetiştirmek, bir anne-babanın en büyük
mes’uliyeti olduğu gibi, hayatlarından sonra açık kalan defterlerine hasenât
yazılmasına da vesîledir. Yavrular, âile yuvasının müstesnâ bir saâdet
meyvesi, anne ve baba arasında en köklü râbıtadır. Onlar, Allah’ın anne ve
babaya çok kıymetli birer emânetidir.
Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde insanların mes’uliyetlerini
şöyle beyân buyurmuşlardır:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz… Erkek,
âilesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin
çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.” (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre,
20)
Çocuk terbiyesine, evvelâ ana-babanın terbiyesinden başlamalıdır. Zira bu
yüce terbiye, mürebbî (terbiye edici) sıfatını kazanabilen olgun anne ve
babaların gerçekleştirebileceği bir eğitimdir. Şâirin:
Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede,
Nerede kaldı gayriye himmet ede!..
şeklinde tarif ettiği, kendi eğitimi noksan bir anne ve babanın evlâtlarına
verebileceği terbiye ne olabilir ki?
Onun için çocuk terbiyesi anne-babadan başlarsa, daha verimli neticeler
elde edilir. Yani şairin dediği gibi:
Olmalı harcı sağlam, baba evin direği,
Olmalı sımsıcak gül, anne evin yüreği… [Seyrî]
11 MADDEDE ÇOCUK TERBİYESİ
Bu gerçekler ışığında çocuk yetiştirme mevzûunda, anne ve babanın
bilhassa dikkat etmesi gereken başlıca hususları şöylece hulâsa edebiliriz:
1) GÜZEL İSİM KONULMALI
Çocuğa rûhâniyet telkîn edecek güzel bir isim konulmalıdır. Evlâdın, anne-
baba üzerindeki haklarının başında kendisine “güzel isim” koymaları gelir.
Zira isim, müsemmâyı (isimlendirileni) çeker. Yani bir çocuğa konulan ismin
42. 42
mânâsı, o çocukta kendisini gösterir.
Taberânî’nin kaydettiği bir rivâyete göre:
“Hazret-i Peygamber birgün bir dişi deve getirtir ve onu kim sağacak diye
sorar. Bu işe tâlip olan iki kişinin isimlerinin Mürre (acı) olduğunu öğrenince
onlara:
«Oturun!» der.
Üçüncü kişi de adının Cemre (kor hâlindeki ateş) olduğunu söyler. Ona da:
«Otur!» der.
Sonra adının Yaîş (Yaşar) olduğunu söyleyen sahâbiye bu vazîfeyi
verir.” (Taberânî, Mûcem, XXII, 277; Muvatta, İsti’zan 24)
2) HELÂL KAZANÇLA ELDE EDİLEN YİYECEKLER
Feyizli bir ortamda inkişâf etmeleri için, yedirilen lokmaların “helâl”liğine
dikkat edilmelidir.
3) ÇOCUKLARA ÖRNEK OLACAK BİR DAVRANIŞ SERGİLENMELİ
Çocuklar, konuşmadan davranışlara kadar sürekli olarak büyükleri taklit
ede ede büyürler. Çünkü onlarda örnek alarak taklit etme özelliği hâkimdir.
Bunun için onlara “örnek olacak davranış” güzellikleri sergilenmelidir.
Meselâ bir çocuk, münâkaşalı ve kavgalı ortamda ise huysuzlaşıp hırçınlaşır.
Huzurlu ve dengeli bir ortamda ise, güzel huylar ve terbiye ile büyür.
4) DAVRANIŞLARI DAİMA KONTROL EDİLMELİ
Çocukların davranışları onlara hissettirmeden dâima “kontrol” edilmelidir.
Özellikle göz önünde yapamadıkları kabahatleri gizli ve tenha yerlerde
işlemelerine meydan verilmemelidir. Çünkü bu durumda karakterleri zaafa
uğrar, çift şahsiyetli olurlar. Bu hâlin ilk yansımaları da yalan ve riyâdır.
5) GÜZEL DAVRANIŞLARI TAKDİR, HATALARI OLDUĞUNDA İSE
UYARILMALI
Çocukların güzel işleri “takdir” edilip mükâfatlandırılmalı, hatâları ise
görmezden gelinmemelidir.
Çünkü olumlu davranışlar mükâfat ile pekiştirilerek çocuğun şahsiyetinde
kalıcı bir yer edinir. Buna karşılık, vaktinde “îkaz edilmeyen kusurlar” da
tekrarlana tekrarlana çocuğun karakter özelliğinin bir parçası hâline gelir.
Bu yüzden bilhassa kız çocuklarının küçük yaşlardaki kıyâfet yanlışlıkları
müsâmaha ile karşılanmamalıdır. Zira insanın alıştığı şeyler, zamanla geri
dönülemeyen tiryâkilikler hâline gelebilir.
6) SIK SIK CEZA VERİLMEMELİ
Sık sık cezâ vererek çocuk arsız hâle de getirilmemelidir. Kazara tabak-
bardak kırdığında azarlamamalıdır, çünkü bu tür hâller bizim de
43. 43
yapabileceğimiz kazalardır. Böyle durumlarda çocuk güçsüz olduğu için
azarlandığını düşünür. Çünkü aynı kaza bizden meydana gelince kimse
kızmamaktadır. Bu da, anne babanın vereceği diğer doğru eğitimlere karşı
çocukta tepki doğurur ve söylenilenlerin fırsat buldukça tersini yapar. Onun
için çok hassas olmalı ve bizim de yapabileceğimiz bardak kırma, çay dökme
vesâire basit ev kazalarında çocuklara sert davranmamalıyız. Yumuşak bir
lisânla îkaz etmeliyiz.
Ancak çocukların huy ve ahlâklarına işleyecek yanlışlar ve hatâlar
karşısında da kesinlikle ilgisiz ve hoşgörü içinde de olamayız. Fakat çocuğa
verilecek herhangi bir eğitime uygun cezâ, yasak ve yönlendirme gibi
davranışlarda da onun haksızlığını ve yaptığının yanlış olduğunu kendisine
mutlaka kabullendirerek bunu yapmak çok çok mühimdir. Çünkü suçunu
kabul eden çocuk, şekillenmeye müsait hâle gelir. Suçu ona ispat edilip
kabullendirilmeden şekillendirmeye kalkmak, hiç verimli olmaz. Çünkü
çocuk kendisine ispatlanıp kabullendirilmemiş bir durumda meselâ yalan
bile söylemiş olsa, bu tespit edilip de ortaya çıkmadığından kendinin haklı
olduğunu düşünüp anne-babayı suçlamaya kalkabilir. Dolayısıyla;
7) ANLAYABİLECEĞİ ŞEKİLDE ANLATILMALI
Emir, yasak ve kâideler öğretilirken onların “kavrayabileceği bir şekilde”
sebepleri de anlatılarak iknâ edilmelidir.
8) AHLÂK KAİDELERİ ÖĞRETİLMELİ
Âdâb-ı muâşeret (davranış usûlleri) ve “ahlâk kâideleri” öğretilmeli, bilhassa
varlıklı âileler, çocuklarının, akranlarına kaba ve kibirli davranmalarına
mânî olmalıdırlar.
Zira bunlar zamanla huy hâline gelir. Onlara, tevâzû telkin edilmeli,
anlayacakları bir dil ile Kasas Sûresi’ndeki “Kârûn” kıssası anlatılmalıdır.
9) ÇOCUKLUKLARINI YAŞAMALARINA İZİN VERİLMELİ
Çocukların meşrû sınırlar dâhilinde “çocukluklarını yaşamalarına” imkân
tanınmalıdır.
Fakat ne fazla serbest bırakılmalı ne de haddinden fazla baskı yapılmalıdır.
Zira fazla rahatlık, nefsâniyeti azdırır, tembelliğe sebep olur; fazla baskı da
çocuğun ezik ve silik bir karakter sahibi olmasına sebebiyet verir. Aşırı
baskı, şahsiyetli çocuklarda sadece bir ezikliğe sebep olmaz, bazen de isyana
düşürür. Böyle çocuklar, aşırı baskı neticesinde -bilhassa belli bir yaşa
geldikten sonra- âsîleşir ve ana-babayı dinlemez hâle gelirler. Bu yüzden
ölçülü bir üslûp ile vakitlerini fazîletli birer insan olmalarına vesile olacak
davranışlarla doldurmaya gayret edilmelidir.
10) HAMD VE ŞÜKRE ALIŞTIRILMALI
Kendilerine Cenâb-ı Hakk’ın nîmetleri hatırlatılıp “hamd ve şükre
alıştırılmalı”dır. Peygamber Efendimiz’in hayatından misâller verilerek, iç
âlemlerinin rûhâniyet iklîminde yoğrulmasına gayret edilmelidir.
44. 44
11) İBADET VE HİZMETE ALIŞTIRILMALI
Daha küçük yaşlarında iken “ibadet ve hizmete alıştırılmalı”, ibadet
mes’uliyeti ve hizmetin ehemmiyeti telkin edilmelidir.
KUSURSUZ ÇOCUK İSTİYORSAK KUSURSUZ ANNE-BABA OLMALIYIZ!
Kısacası çocuğumuzun kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne-baba
olmaya gayret etmeliyiz.
Çocuk terbiyesi, evvelâ anne-babanın yüreğindeki çocuk sevgisinden
başlamalıdır. Onları Allah’ın bir emaneti olarak sevmeli; bu sevgiyi de, dünya
ve ahiret saadetini kazanmaya vesile kılmalıdır. Eğer arkamızda güzel bir
nesil yetiştirmez isek, mezarımız tenha kalır. Yarınki gerçek konağımızın ise
mezar olduğunu unutmamak gerekir. Şair Seyrî’nin yarınların muhasebesi
yolunda yazdığı şu dörtlük ne güzel bir tefekkür ve temennidir:
Ardarda dehâlar, yeniden, sorma, gelir mi?
Müstakbeli sarsın, yetişir mâzinin azmi,
Her anne doğursun yine Fâtih’le Selîm’i,
Boş kaldı beşik, ey eli kundaklı yarınlar!
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası
45. 45
ÇOCUKTA MAHREMİYET EĞİTİMİ
Mahremiyet eğitimi, cinsel eğitimden daha kapsamlı bir kavramdır. Cinsel
eğitim, çocuğun kendi cinselliğini tanıması, gelişim sürecinde cinsellikle ilgili
yaşayacağı fiziksel ve duygusal farklılıkları öğrenmesi yanında, anne babasına
sorduğu cinsellikle ilgili soru ve cevapları kapsar. Mahremiyet eğitimi ise
cinsel bilgilerin yanında daha çok kendisinin ve diğer insanlarının
özelinin/özel alanının farkına varması, sosyal hayatın içinde kendi özel alanını
koruması, diğer insanların özeline saygı duyması, kendisi ile çevresi arasında
sağlıklı sınırlar koyması gibi bilgileri içerir. Mahremiyet eğitimi anne baba
tarafından verilir. Bu eğitimin verilmesi çocuğun ruhsal ve cinsel açıdan
korunması adına çok önemlidir. Çocuğa mahremiyet eğitimi verirken aşağıda
belirtilen konulara dikkat etmekte fayda vardır.
1. Adım: Özel Alan Tanımlama
Çocuğun kendi mahremini, özel alanını koruyabilmesi için öncelikle bu alanı
çocuğa tanımlamak gerekir. Vücudun kişiye özel olan bölgeleri, bu bölgelerin
gizlenmesi gerektiği çocuğa iki yaşından itibaren yavaş yavaş anlatılabilir. Bu
özel alan ailenin yaşadığı topluma ve sahip olduğu inanca göre değişmekle
birlikte genel olarak cinsel bölgeleri kapsar. Her aile kendi inancına,
düşüncesine göre çocuğun vücudunda mahrem alan tanımlayabilir. Bu alanın
başkalarından gizlenmesi ve anne-baba ve doktorlar dışında bu bölgeye
kimsenin dokunmaması gerektiği çocuğa öğretilmelidir.
Çocuk için tanımlanan özel alan aynı zamanda anne-babanın da özel alanıdır.
Çocuk anne-babasının bu alanları görmek istediğinde aile izin vermemeli, bu
alanların kişiye özel olduğunu belirtmeli ve kimseye gösterilemeyeceğini
anlatmalıdır. Çocuğa cinsel organlar, ancak o sorduğunda onun anlayacağı
dille ve yumuşakça anlatılmalıdır. Cinsel organlar çocuk sorduğunda anne-
baba üzerinden değil, çocuğun kendi cinsel organları ya da kitaplar üzerinden
öğretilmelidir. Bu şekilde yapıldığında çocuk, kendi özel alanını korumayı,
başkalarının da özel alanlarına dokunmamayı ve bakmamayı öğrenecektir.
2. Adım: Odanıza İzin Alarak Girmesi Gerektiğini Öğretme
Çocuklara dört-beş yaştan itibaren anne-babanın odası kapalı ise odaya
kapıyı çalarak ve izin alarak girmesi gerektiği öğretilmelidir. Çünkü bu oda
anne-babanın özel alanıdır ve özel alanlara girişte izin alınır. Çocuğun odasına
girerken kapısının çalınması çocuğa iyi bir model oluşturacaktır. Odaya izinsiz
girdiğinde çocuğa, “Odamızda giyiniyor olabiliriz, bu yüzden kapı kapalı ise
tıklatıp izin alarak içeri girmelisin şeklinde” açıklama yapılabilir.
3. Adım: Tuvaletin Kapısını Kapalı Tutması Gerektiğini Öğretme
Çocukların iki yaşında tuvalet alışkanlığını kazanması, en geç dört yaşında
tuvalet sonrası temizliklerini yapmayı öğrenmesi beklenir. Anne-baba bu
dönemleri dikkate alıp çocuğa tuvalet eğitimi verebilir ve eğitimin bir parçası
olarak tuvalette yalnız olunması, başkalarının göreceği şekilde tuvaletini
yapmaması gerektiği çocuğa anlatılabilir. Anne-baba belirlediği bu kurala
46. 46
kendisi uyarsa, çocuğun bu kuralı öğrenmesi daha kolay olacaktır. Çocuk
oturak (lazımlık) kullanıyorsa, bu oturak evin ortak kullanım alanlarına
konmamalı, tuvalet ya da banyoda kullanılmalıdır.
4. Adım: Çocuğun Özel Alanlarına Saygılı Olma
Çocuğu küçük yaştan itibaren çocukları başkalarının yanında giydirmemek,
altlarını değiştirirken bile bir başka odaya götürmek çocuğun mahremiyetine
saygıyı gösterir.” Daha küçük” diye düşünerek çocuğu iç çamaşırına varıncaya
kadar başkalarının önünde soyup giydirmek doğru değildir. Özellikle dört-beş
yaşından sonra çocuğu iç çamaşırı ile yıkamak, iç çamaşırı çıkarırken ve
temizlerken gözleri kısarak ya da başı hafif yana çevirerek o alana saygı
gösterdiğimizi hissettirmek çocuklarda mahremiyet duygusunun gelişmesine
katkı sağlayacaktır. Yedi yaşından sonra banyoda çocukların kendi mahrem
alanlarını kendi temizlemelerine fırsat tanımak da mahremiyet duygusunun
gelişimi açısından güzel olacaktır. Yine kardeşleri dört-beş yaşından sonra
birlikte banyoya sokmamak, sokulması zorunlu olan durumlarda ise onları iç
çamaşırları ile yıkamak gerekmektedir. Sağlıklı bir mahremiyet duygusu
açısından çocuğun başkalarının önünde elbiselerini çıkarmaması, giyinip
soyunmaması gerektiği ayda birkaç defa tekrar edilerek çocuğa
hatırlatılmalıdır. Tabi ki anne-babanın da çocuğun görmeyeceği bir alanda
giyinip-soyunması da çocuğun bütüncül bir mahremiyet duygusu geliştirmesi
açısından önemlidir.
5. Adım: Çocuğun Cinsel Organlarını Sevgi Objesi Yapmama
Küçük çocukları cinsel organlarına dokunarak, onları konu yaparak sevmek
doğru değildir. Çünkü bu durum, onların özel alanlarının ihlalidir. Çocuk bu
şekilde hem mahremiyet ihlaline uğramış olur hem de başkalarının özel
alanlarının kullanılarak onlara şaka yapılabileceği inancını taşır. Ayrıca
çocukları cinsel organlarını konu ederek sevmek, onları kendilerini kötü
niyetli yabancılardan korumak konusunda etkisiz kılabilir. Çocuk, bir başkası
özel alanına dokunmak istediğinde bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunun
ayrımını yapamayabilir. Bu sebeple bezlemek, pişik kremi sürmek ve
temizlemek durumlarında bile abartıya kaçmamak, aşırı baskı uygulayarak
silmemek, çocuğun cinsel organlarıyla oynamamak daha doğrudur. Çocuğun
cinsel organlarını şaka konusu yapmak, göstermesini istemek, onlara
dokunmaya çalışmak çocuğun cinsel kimlik gelişimi açısından oldukça
sakıncalıdır.
6. Adım: İlk Okulla Birlikte Özel Mekân Tanımlama
İlkokul dönemi ile birlikte çocuklar için evde bir çekmece ya da sepet
belirlenip, çocuğa özel eşyalarını buraya koyabileceği söylenebilir. İlk başlarda
çocuklar buraya gerekli gereksiz birçok şeyi koyabilir, ancak zamanla daha
seçici davranacaklardır. Onun bu özel alanını anne-babanın izin alarak
kullanması çocuğun özel alan düşüncesini pekiştirir. Ergenlik dönemi ile
birlikte gençler, kilidi olan daha güvenli özel alanlar talep edebilirler. Ergenler
yalnız kalmak isteyebilirler, çocukluk dönemine göre daha utangaç olabilir.
Vücudunu anne-babasından gizlemek isteyebilir. Onların bu taleplerini
47. 47
normal karşılamak, özel alanlarına izinsiz girmemek, telefonlarını
karıştırmamak, günlüklerini okumamak daha doğru bir davranıştır.
7. Adım: Ebeveynle ve Kardeşle Yatakları Ayırmak
Bebeğin yatağının anne-baba yatağından ne zaman ayrılacağı tartışmalı bir
konudur. Kimi ebeveynlik ekolleri çocuğa dilediği kadar müsaade ederken,
kimi yaklaşımlar ise daha katı bir yaklaşımla çocuğun odasının ve yatağının
ayrılmasını savunmaktadır. Bu konuda genel yaklaşım şu şekildedir: Altı aya
kadar çocuk annesi ile yatabilir. Altı aydan sonra ise annesi ile aynı odada yer
yatağında ya da beşikte yatabilir. İki yaşla birlikte çocuk yavaş yavaş
bağımsızlığını kazanır ve kendi başına yemek yemeye, yolda kendi başına
yürümek istemeye başlar. Bu dönem gelişim olarak da çocuğun odasının
ayrılabileceği bir zamandır. Ancak yalnızlık, anneden ayrılma, karanlık gibi
konularda aşırı duyarlı ve kaygılı olan çocukların zorla yataklarını ayırmak
doğru değildir. Öncesinde var olan kaygılar uzman yardımı ile giderilmeli,
sonrasında yatak ayrımına gidilmelidir. Birlikte aynı yatakta yatan kardeşlerin
yataklarını ise dört-beş yaşından itibaren ayrılabilir.
8. Adım: Kız ve Erkek Çocukların Odalarını Ayırma
Kız ve erkek kardeşlerin ilkokul dönemiyle birlikte odaları ayrılmalıdır. Çünkü
beraber bulundukları odada, giyinip soyunurken, yatarken, temizlenirken
birbirlerinin özel alanını ihlal edebilirler. Ayrıca okulla birlikte çocuklara
vücudunun dışında iç çamaşırlarının belki de özel eşyalarının (günlük vb.)
bulunduğu bir özel alan da gerekebilir. Bu alanın farklı odalarda olması daha
doğru olacaktır. Yer darlığı gibi sebeplerle bu konu ertelenmemelidir.
Gerekirse diğer bir odada bir köşe oluşturularak çözüm bulunmalıdır. ‘Onlar
kardeş bir sorun olmaz’ diye düşünmek kadar, bu konuda aşırı kaygılı
davranıp endişelerimizi çocuklara hissettirmek de sakıncalıdır.
9. Adım: Özel Alan İhlallerine Tepkinizi Belli Etme
Çocukla birlikte dışarıda gezerken veya televizyon izlerken aniden karşımıza
mahremiyet ihlali içeren sahneler ve durumlar çıkabilir. Bu gibi durumlarda
çocuğa bir şey demeden onun duyacağı şekilde mahremiyet ihlali yapan kişiye
tepki belli edilebilir. Örneğin bir televizyon sahnesinde arkadaşlarının
mahrem alanına şaka amaçlı dokunan kişiye seslice kızılabilir. “İnsanların
özel yerlerine dokunulmaz” gibi cümlelerle tepki belli edilebilir. Böylece çocuk
anne-babanın tepkilerini modelleyerek mahremiyet ihlallerine karşı duyarlı
hale gelir. Çünkü çocuklar anne-babaların kendilerine değil de başkalarına
verdikleri tepkiler yoluyla daha kolay öğrenmektedirler. Mahremiyet eğitimini
alan çocuklar kendi özel alanını bilir, bu alanını korur ve başkalarının özel
alanlarına da saygı gösterir. Bu durum, aynı zamanda çocuğun sağlıklı bir
kişilik gelişimine zemin hazırlar. Cinsel tacizlerin arttığı günümüzde çocukları
korumanın ilk adımı onlara mahremiyet eğitimi vermektedir. Bu eğitim
sayesinde onlar kendilerinin ve başkalarının özel alanını korumayı öğrenerek
daha sağlıklı bireyler olabilirler.
KAYNAK: PEDAGOJİ DERNEĞİ
48. 48
ÇOCUKLARINI AJANSA YAZDIRAN ANNELER
Komşularımdan birkaç kadın çocuklarını ajansa yazdırmışlar. Bu karara
nasıl vardıklarını sorduğumda; "Okuyup da ne yapacaklar, birkaç dizide
oynasalar şöhret olur paranın dibine vururlar. Yeter ki kabul etsinler,
paramızı ödedik ve çocuklarımızı kaydettirdik. İnşallah olumlu bir haber
gelir" dediler. Annelerin çocuklarıyla ilgili hayalleri dünyevileştikçe bizler
özümüzden yavaş yavaş uzaklaşıyor ve bir bilinmeze doğru sürükleniyoruz.
Çocuklarını kaybeden bir toplumun geleceği de yoktur, bunu biliyoruz ama
sadece bilmek yeterli gelmiyor.
Annelerin hayalleri dünyevi beklentiler üzerine şekilleniyor. Çocuklarını
küçük yaşlarda şöhrete teşvik ederek onların kestirmeden zengin olmalarını
arzu ediyorlar. Bunda ekranların büyük etkisi var tabi. Şöhret sahibi
insanların, lüks ve şatafat içinde bir hayat sürmeleri aileleri özendiriyor.
Anne babalar çocuklarının dünyalarını düşünüyorlar, onların para
kazanmalarını ve rahat bir hayat yaşamalarını arzu ediyorlar fakat ahiretleri
için hiçbir yönlendirmede bulunmuyorlar. Ekrandaki şaşalı görüntüler
annelerin hayallerini etkiliyor... Nasıl oluyor da bu insanlar kısa yoldan mal
ve servet sahibi oluyorlar bunu anlamak ise mümkün değil. Zaten bu
hayatın içinde anlayamadığımız pek çok şey vardır. Mesela, akşama kadar
ağır iş ortamında çalışan bir baba geçim darlığı çekerken, adamın teki çıkar
beş şarkı patlatır ve bir işçinin on yılda kazanacağı parayı bir saatte kazanır.
Siz bunu sorgularsınız fakat hiçbir zaman anlayamazsınız.
Mevlâna; "Şöhret deniz kıyısına düşen bir köpüktür" der. Köpüğün kısa
sürede yok olup söndüğü gibi, dünyevi şöhretler de yok olmaya mahkûmdur.
Ama hayatı sadece bu dünyadan ibaret sananlar, yalancı şöhretler peşinde
koşarak yaşamın sonunu göremezler. Aslında şöhretin de hayatın da geçici
olduğunu bal gibi bilirler fakat bunu kendilerine bir türlü itiraf edemezler.
Fatma Tuncer
49. 49
ÇOCUKLARIMIZ
Çocuklarınıza Yaz Tatilinde Okumayı Nasıl Sevdirebilirsiniz?
Yaz gelip de okullar kapanınca çocuklar da ister istemez bir şeyler
öğrenmeye ara vermek ister. Araştırmalar okulun ilk yıllarında çok güzel
kitap okuyan çocukların ilerleyen yıllarda daha başarılı olduğunu
göstermiştir.
çocuklarınızın yaz tatilinde de bol bol kitap okumalarını sağlamak için
bunlara dikkat etmelisiniz:
Her yerde kitap okuyun: Çocuklar yaz tatilinde sıcak havada ve güneş
ışığının altında dışarıda eğlenmek isteyecektir. Bütün yıl boyunca okulda
sınıfta oturduktan sonra yazın yapmak isteyecekleri son şey evde kitap
okumak olacaktır. Onlara istedikleri her an ve her yerde kitap
okuyabileceklerini öğretin. Plajda, parkta, sahilde kitap okumak iyi bir
başlangıç olabilir.
Her şeyi okuyun: Çocuğunuza kalıcı bir okuma alışkanlığı kazandırmak
istiyorsanız, her şeyi okumasına izin verin. Beraber markete gidin ve
alışveriş listesini okutun. Yolda giderken yoldaki tabelaları okutun. Ailecek
bir yolculuğa çıktığınızda ise haritadaki bilgileri okumasını isteyebilirsiniz.
Bir saat belirleyin: Okulların çoğunda kitap okuma saati bulunur, siz
neden denemiyorsunuz? Gün boyunca çocuğunuza kitap okuması için 20
dakika verin. İster öğle yemeğinden önce veya sonra, isterse akşam
yemeğinden önce ya da şekerleme yapmadan önce 20 dakika kitap
okumasını isteyin. Okuyacağı kitabı kendisinin seçmesine izin verin.
Kütüphane gezileri: Ücretsiz olan kütüphanelere çocuğunuz götürüp
ortamı tanıtın, kütüphaneden kitap ödünç alma alışkanlığı kazandırın.
Haftada en az bir kez kütüphaneye gidin, orada kitap okumasını sağlayın.
Çocuklarınız kütüphanede yeni arkadaşlar edinebilir ve daha rahat
sosyalleşebilir.
Uyku saati hikayeleri: Araştırmalar küçük çocuklara yüksek sesle kitap,
masal okumanın sadece dillerini ve bilişsel yeteneklerini geliştirmede etkili
olmadığını, bunun yanı sıra motivasyon, hafıza ve merakını geliştirdiğini de
göstermiştir. Çocuklarınız küçükken bu alışkanlığı onlara aşılayın.
Büyüdüklerinde de uyumadan önce kitap okumayı kendilerini devam
ettirebilir.
İyi alışkanlıkları ödüllendirin: Yaz tatili çocuğunuzun dışarıya çıkıp
oynaması için iyi bir zamandır. Ancak ders çalışmayla oyun arasındaki
dengeyi iyi kurun. Bu dengeye alışınca ileride kendisi de bu konuda dikkatli
olacaktır. Dengeyi sağladığında onu bir dondurmayla veya meyveli yoğurtla
ödüllendirebilirsiniz.
50. 50
Filmden önce kitabını okuyun: Yaz mevsiminde birçok yeni film perdeleri
süslüyor. Eğer yeni çıkacak olan filmin kitabı varsa önce ailecek onu okuyun
ve sonra sinemaya gidip filmi izledikten sonra farkları tartışın, yorumlayın.
Eğer yoksa, internette ya da gazetede filmin eleştirilerini bulun, onları
okuyun.
Rol model olun: Çocuklarınızın kitap okumasını istiyorsanız, siz de kitap
okumalısınız. Sabahları gazete okumak, kuaför salonunda dergi okumak ve
her zaman kitap okumak çocuğunuzu da okumaya sevk edecektir.
Sabahları kahvaltıda mutlaka gazete okuyun: Gazete okumak aile
bireylerini birbirine bağlayacaktır, çocuklarınıza ülkenizde yaşanan olayların
önemini öğretecektir. Gazetede en az 1-2 olay seçin ve birlikte okuyun.
Okuduğunuzdan ne anladığınızı tartışın. Bu çocukların bilişsel ve analitik
yeteneklerini keskinleştirecektir.
Birlikte okuyun: Siz kitap okumayın çocuğunuzdan bunu isterseniz başarılı
olamazsınız. Çocuğunuz evde olduğunda siz kendi kitabınızı okurken, ona
da istediği bir kitabı, çizgi romanı ya da dergiyi verin ve birlikte kitap
okuyun. Bir kez okumayı sevince, okul hayatı boyunca okumaktan zevk
alacaktır.
51. 51
BABAMIN HEDİYESİ
Babam, herhangi bir öğrenimi olmayan biriydi. Açıkçası, okuma-yazması bile
yoktu. Tek bildiği iş, demircilikti. Sabahtan akşama kadar atölyesinden
çıkmaz, kızgın fırının önünde örsün başında demir döverdi.
Üniversiteyi bitirdiğim gün, diploma törenime annem ve altı kardeşim
geldikleri halde, babam işinin başından ayrılamayacağını söyleyerek
gelmemişti. Doğrusu, benimle iftihar mı ediyordu yoksa kıskanıyor muydu;
anlayamadım.
Tören dönüşü annem ve kardeşlerimle birlikte neşe içinde babamın
atölyesine uğradık. Babam her zamanki gibi önlüğü üzerinde, demir
dövmekteydi. Bizi görünce çekici elinden bıraktı. Annem sevinçle:
“Oğlumuz okulun iftihar listesine girdi!” dedi.
Babam ise hiç duymamış gibi yüzüme bile bakmadan:
“Madem okulun bitti, artık işe başlaman gerekir. Hadi şu ocağı temizleyiver!”
dedi.
Annem karşı çıkar gibi olduysa da babamı bilirdim. Kolay kolay kızmazdı
ama, işi konusunda çok ciddiydi. Eğer ocak temizlenecekse, gerçekten
temizlenmesi gerektiği içindi.
Tören cübbemi çıkararak işe koyuldum. Fazla uzun süren bir iş değildi,
zaman zaman yaptığım için tecrübeli sayılırdım aynı zamanda.
Yarım saat içinde işim bitti. Annem ve kardeşlerimle birlikte babama elveda
diyerek evin yolunu tuttuk.
Annem olanlara çok üzülmüş ve bir anlam verememişti. Yol boyunca ağladı.
Hatta, ağlaması akşam yemeğine kadar sürdü.
Hava karardıktan kısa bir süre sonra babam geldi. Sofra kurulmuş,
kendisini beklemekteydik. Annem onu görünce bütün gün biriktirdiği
öfkesini bir anda çıkarırcasına söylenmeye başladı. Babama bu yaptığının
hem kabalık hem de düşüncesizlik olduğunu; sevgili oğlunun mezuniyet
törenine gelmemesi yetmezmiş gibi ona ocağı temizletmesinin akıl alacak bir
şey olmadığını söyledi.
Babam ise sanki onu hiç duymamış gibi sofraya oturdu ve bana dönerek
şunları söyledi:
“Bugün iyi iş gördün. Sayende az da olsa kâr ettik. Sen bir edebiyatçı olmak
istiyorsun. Yani esnaflıktan hoşlanmıyorsun. Fakat şunu bil ki, büyük bir
şair de olsan, paranın nasıl kazanıldığını iyice anlaman gerekir. Ben
isteseydim iki-üç dolar verip o fırını başkalarına da temizletebilirdim. Bu işi
52. 52
sana yaptırmamın, hele böyle mezun olduğun bir günde senden bunu
istememin tek sebebi var: Sevgili oğlumun, üniversitede okudu diye burnu
büyüyen o gururlu insanlardan olup olmadığını kendi gözlerimle görmek
istedim. Ve öyle biri olmadığını görmek, beni elindeki diplomadan daha çok
sevindirdi.”
Sözlerini bitirdikten sonra, babam ayağa kalkıp beni sımsıkı kucakladı.
Ağlamamak için kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordum.
Sonra da bana beyaz bir zarf uzattı. Göz ucuyla baktığımda gördüm ki,
içinde epeyce para vardı.
(Charles H. Leach) Çeviri: İsmail Örgen
53. 53
ÇOCUKLARIMIZ VE GENÇLERİMİZ ÜZERİNE
Çocuklarımız ve Gençlerimiz İçin
YAZ tatilinde çocuklarımıza ve gençlerimize neler öğretilebilir? Tekliflerimi
sıralıyorum:
(1) Osmanlıca öğretilebilir. Kur’an okumasını bilen bir genç, Osmanlıca
okumaya bir saatte başlayabilir. Başlayabilir dedim, ondan sonra bir ömür
boyu çalışması gerekir.
(2) Bazı gençlere hat dersleri verilebilir. Tavsiyem: Rik’a yazısından değil,
doğrudan doğruya sülüsten başlasınlar. Sıkı çalışırlarsa üç dört sene sonra
icazet alırlar ve imza atarak hüsn-i hat yazabilirler. Sanatkâr olurlar, hizmet
ederler, para da kazanabilirler.
(3) Tezhip ve ebru sanatı çok yayıldı. Yine de bazı gençlerimiz ebru ve tezhip
dersleri alabilir.
(4) Keşke Çin’den, Kore’den, Japonya’dan çömlek ustaları getirtilse, kurslar
açılsa, dersler verilse ve bu sanat da gelişse. Çömlek deyip de geçmeyelim.
Japonya’da 800 yıldan beri harika çömlekler üreten atölyeler var. Bizde
çömlekçilik can çekişiyor. Akılımız fikrimiz cep telefonunda… Öyle uyduruk
çömlekler, saksılar yapmak değildir bu sanat. Müzelerdeki binlerce yıl
önceden kalma tarihî çömleklerin replikaları yapılacak, mühürlü sertifikaları
olacak, turistlere ve kültürlü kesime satılacak. Cahillerin, kültürsüzlerin bu
sanatı aşağılamaları, alaya almaları onun değerini alçaltmaz.
(5) İstidatlı çocuklarımıza edebî ve yazılı Türkçe öğretmek. Yahya Kemal’in,
Mehmed Âkif’in, Ziya Paşa’nın, Ahmed Cevdet Paşa’nın o güzel, o zengin, o
engin Türkçesini…
(6) Ülkemizde el yapımı kâğıt üretimi de başlatılmalı, kurslar açılmalı, bazı
gençlerimiz bu sanata yöneltilmelidir. Bunun için de hariçten usta ve uzman
getirtilmesi şarttır.
(7) Yazmacılık sanatı. Bu sanat kumaş üzerine ağaç kalıplarla desenler
basmak, onları renklendirmektir. Kumaşların el dokuması olması, renklerin
tabiî (kök boyalı) olması yazmanın kıymetini arttırır. İstanbul’da Küçük
Ayasofya Camiinin kapısına yakın bir yerde yazma atölyesi var, değerli bir
Hanımefendi bu sanatla meşgul oluyor. Keşke bu yaz bir kurs açılsa…
(8) Edebiyata yatkın çocuklarımıza özel edebiyat, aruz dersleri verilmelidir.
Bir grup genç, ehliyetli bir hocadan Fuzulî divanı okuyor… Ne güzel bir
gelişme olur bu.
(9) Çocuklarımıza fütüvvet dersleri verilmelidir. Kim verecek bu dersleri? Bu
konunun uzmanı ehliyetli öğretmenlerimiz var mıdır?
54. 54
(10) Çocuklarımıza Ehl-i Sünnet mezhebi üzere akaid ve ilmihal dersleri
verilmelidir.
(11) Çocuklarımıza teşebbüs-i şahsî (kişisel girişim) dersleri de verilmelidir.
(12) Bazı çocuklarımıza tercüme yapabilecek derecede İngilizce, Arapça
öğretilmelidir.
(13) Hocası bulunabilirse istidatlı gençlerimiz İbranî dilini öğrenmelidir.
Daha nice konular var…Yaz tatili boşa geçmesin. Çocuklar, gençler
dinlensinler, eğlensinler ama dinlenmenin yanında sanat, beceri kazanma,
kişiliğini geliştirme, kültür sahibi olma da bulunsun. Çocuk ve genç
yetiştirmekten maksat iyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman yetiştirmektir.
Amaç para kazanmak, makam ve mevki sahibi olmak değildir. İyi para
kazanıyor, ünlü ve makamlı bir kişi olmuş, iyi yiyor, iyi yaşıyor ama ahireti
berbat oluyor. Ne yapayım ben böyle bir iyiliği… Mehmet Şevket Eygi
55. 55
YAZ TATİLİ VE ÇOCUKLARIMIZ
Osmanlı Devleti zamanında bütün ilk ve ortaokullarda (ibtidaîlerde ve
rüşdiyelerde) Müslüman çocuklarına her sabah din ve Kur’an dersi
okutulurdu. Liselerde de (İdadî ve sultanîler) din kültürü dersleri vardı. Hep
yazarım, Sultan Abdülhamid devrinde Galatasaray lisesinde günlük farz
namazların, okulun büyük mescidinde, okulun resmî imamının ardında
cemaatle kılınması mecburî idi.
Bugün de okullarda din dersi var ama bir aldatmacadan ibarettir. İmam-
Hatip okullarında bile günlük namazlar cemaatle kılınmıyor. Din eğitimi, din
kültürü, din tatbikatı, din ahlakı konusunda maalesef korkunç bir boşluk
vardır. İleride imam, vaiz, müftü, din dersi öğretmeni olacak bazı İmam-
Hatipli ve İlahiyatlı gençlerimiz namaz bile kılmıyor.
Bu durumu dindar anne ve babalara hatırlatıyorum ve yaz tatilinde
çocuklarına din eğitimi, din kültürü kazandırmalarını tavsiye ediyorum.
Hacı Bey, hâce (hacca gitmiş hanımlara hâce denir) hanım dindar, ikisi de
beş vakit namaz kılıyor ama çocukları namazsız. Bu, korkunç ve dehşet
verici bir kopukluktur.
Büyük sayıda çocuğumuz ve gencimiz Ehl-i Sünnet dışı bid’at cereyanlarının
pençesine düşmüştür. Bu da ayrı bir felakettir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz ilmihallerini Ehl-i Sünnete göre öğrenmelidir.
Beş vakit namazı doğru dürüst kılmalıdır. Dinde aşırılıklardan, ifrata ve
tefrite kaçan fırkaların yanıltıcı, saptırıcı propagandalarından korunmalıdır.
Ehl-i Sünnet vakıfları, dernekleri, tarikatları, cemaatleri yaz kampları
tertipleyerek gençlere İslami bilgi ve disiplin aşılamalıdır.
Bu hizmetleri kimler ve nasıl yapacaklar?
Yaz geldi, çocuklarımız tatil yapsınlar, deniz, güneş, temiz hava, yeşillik... Oh
ne güzel… Peki, insanlara ebedî saadetlerini kazandıran din eğitimi, din
tatbikatı, sahih itikat, güzel ahlak, mürüvvet, fütüvvet işleri ne olacak?
Bugünkü sözde çağdaş ve seküler millî eğitim sistemimiz resmî ideoloji
üzerine kuruludur ve çocuklarımızı iyi ve vasıflı Türkiyeliler olarak
yetiştirememektedir.
Resmî ve ideolojik eğitimin eksikliklerini, zararlarını telafi etmek için
mutlaka paralel ve alternatif eğitim sistemlerini devreye sokmamız gerekir.
Aksi takdirde genç nesiller harcanacaktır. Bir çare ve çözüm bulunur ve
hayata geçirilebilir mi, bilmem ama yazmam gerekiyordu, ben de yazdım.
Mehmet Şevket Eygi
56. 56
DİNDAR NESİL İLE DİNİ DAR NESİL
İlk defa bir şehre girmek üzere olan bir yolcu, yolun kenarında oturan
ihtiyara selam verir ve sorar: "Bu şehrin halkı nasıl?" der.
İhtiyar: "Geldiğin şehir nasıl?" diye sorunca,
Genç: "Ahlaksız, hırsız, sarhoş, hortumcu, katillerle dolu olduğu için buraya
geldim" der.
İhtiyar: "Bu şehirde aynen o şehir gibi" diye cevap verir.
Bir başka gün yine bir delikanlı o ihtiyara "Bu şehir nasıl" der.
İhtiyar da ona geldiği şehrin durumunu sorar.
Delikanlı, geldiği şehri çok över.
İhtiyar: "Bu şehir de aynen öyle güzel insanlarla dolu" der.
Amerika'da ortanın biraz üzerinde hayat yaşarken kıymetli çocuklarını en
pahalı ve kaliteli liseye gönderen aile, bir sene sonra çocuklarının
uyuşturucu bağımlısı olduğunu öğrenir.
Amerika tıbbı çocuğu tedavi etmekten aciz kalır.
Çaresiz anne, dünya genelinde uyuşturucu bağımlısı insanların en az olduğu
ülkeye göç etmeyi planlar.
En az uyuşturucu kullanan ülkeler arsında Türkiye'yi görünce alır
yavrusunu Türkiye'ye gelir.
Şansı yaver gider çok iyi Müslümanlarla karşılaşır.
Fatih'ten ev kiralar.
Bir sene sonra Müslüman olmaya karar verir ve benim huzurumda Kelime-i
Şehadet getirerek Müslüman olur.
Biz, bu aile ile dost olduk.
Dört yıl oğlu Müslüman olmamada diretti.
Tabi kimse de ona dayatmıyor.
Ben, bu aileye evimde verdiğim her ziyafet sonrasında evlerine gönderirken
İngilizce bir kitap hediye ediyorum.
Dört yıl sonra annesi bana telefonda "Ailenizle beraber bize gelirseniz
oğlumun İslam'a girişine şahit olacaksınız" dedi ve gittik.
Aradan birkaç yıl geçti. Adını İbrahim koyduğum bu delikanlı Türkiye'de
Güzel Sanatlar Fakültesi'ni birincilikle bitirdi.
Birincilik ödülünü almak için annesiyle beraber gittiğinde annesi başörtülü
olduğundan kapıdan içeri alınmadı.
Annesi alınmayınca oğul da içeri girmedi.
Hademeyle gönderilen ödül, kapının dışında teslim edildi.
Liseden arkadaşı Türkiye'ye gezmeye geldiğinde bir ay onların yanında
kalmış.
Gideceği günlerde İbrahim, beni çağırdı ve arkadaşının Müslüman olmak
istediğini söyledi.
Ona da Kelime-i Şehadeti uzunca anlattıktan sonra Müslüman oldu.
İbrahim'e: "Arkadaşını kısa zamanda nasıl ikna ettin?" dediğimde, "Ben ikna
etmedim, sizin halkınızın tavırları ve Topkapı sarayının sanat eserleri ikna
etti onu" deyiverdi.
Yurt dışında bir üniversitenin güzel sanatlar fakültesinde dersler veren
İbrahim, Türkiye'ye gelse herhangi bir camiye imam tayin edilse Kur'an,
57. 57
Hadis, Fıkıh ve Arapça bilgisi ortanın çok üzerinde olarak görevini
yapabilecek durumda.
Fatih semtinde otururlarken İbrahim'e "İyi ki annen evi buradan tutmuş. Bu
semtte uyuşturucu satıcısı yok" dediğimde İbrahim: "Var, sen görmüyorsun
ama ben görüyorum" demişti.
Hacı hacıyı görürmüş Mekke'de.
Derviş dervişi bulurmuş tekkede.
Hırsız hırslıyı bulurmuş dakkada. (Dakikada)
Ege denizinin kenarında şirin bir ilçede konferanstan sonra şehrin en güzel
otelinin lobisinde çay içerken Ruh ve Sinir Hastalıkları uzmanı Doktor:
"Hocam, uyuşturucunun önünü almak için dine gerek yok. Her şeyin başı
eğitim. Eğitimle bu halledilir" dedi ve uzunca anlattı.
Ben de ona: "Sen doktorsun. Şarap, Rakı, Viski, Şampanya... Uyuşturucu
sayılır mı?" dedim.
- Evet sayılır. Deyince ben de ona: "Sen Türkiye'nin en seçkin
üniversitelerinden en eğitimli yüz Profesör seç ve onlara uyuşturucu kullanıp
kullanmadıklarını soralım.
Bir de şurada İzmir'e gidelim ve seçme yapmadan ilk mahalleden başlayarak
şehrin en merkezi camisine kadar yüz imama soralım bakalım din mi
insanları uyuşturucudan koruyor yoksa laik eğitim mi? On bin imamdan biri
kullanır olabilir belki. Peki, yüz profesörden kaçı kullanmaz" dediğimde:
Doktor: "Ben kaybederim" diye cevap vermişti.
Mahmut TOPTAŞ- MİLLİ GAZETE
http://www.milligazete.com.tr/makale/dindar-nesil-ile-dini-dar-nesil-
229680.htm
58. 58
ÇOCUKLARIN MUTLULUĞU BİR SORUMLULUKTUR
Haber: Arzu ERDOĞRAL
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günüydü…
O günü hatırladık ya da farkında bile değildik…
Hatırladıysak ne yaptık?
Mesela; Çocukların erişkinlerden farklı fiziksel, fizyolojik, davranış ve
psikolojik özellikleri bulunduğunu, bakımının bir toplum sorunu olduğunu,
korunmaya muhtaç, yetim ve risk altındaki çocukları topluma kazandırmak
için ne yapmak gerektiğini v.b. biliyor muyuz?
Bugün 22 Kasım… O gün geldi ve geçti…
Zaten önemli olan çocukları sadece bir günde değil sürekli akılda tutmak ve
onlara gereken ilgili göstermek.
Bu kapsamda yaklaşık 1 yıl önce kurulan Mutlu Yuva Mutlu Yaşam
Derneği’ni tanımaya ne dersiniz?
Çocuk yuvalarında toplu halde yaşayan 3-6 yaş grubundan başlayan
kimsesiz çocukların gözetilmesini sağlayan, onlara normal yaşam
alanlarında evler kiralanan, her evde 3 bakıcı bayan istihdam eden ve
düzenli olarak teftişlerde bulunan dernek, bu projeyle çocukların sosyal
hayata adapte olarak büyümesini ve Türk aile yapısına uygun olarak
yetiştirilmesini hedefliyor.
Derneğin ses getiren faaliyetlerinin ardından daha geniş bilgi almak
üzere Mutlu Yuva Mutlu Yaşam Derneği’ni Genel Başkanı Psikiyatri
Uzmanı Prof. Dr. K. Nevzat TARHAN ve gönüllü Ali Kahraman
ile görüştük.
AMAÇ YUVA SICAKLIĞINI HİSSETTİRMEK…
Mutlu Yuva Mutlu Yaşam Derneği’ni Genel Başkanı Psikiyatri Uzmanı
Prof. Dr. K. Nevzat TARHAN
Faaliyetleri ile dikkat çeken derneğin ilk oluşumuna nasıl karar verildi?
SHÇEK şimdiki adıyla Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde
epeyce çocuk var. Bu çocukların ruhsal sorunları var. Aile sıcaklığını ve aile
olgusunu oluşturamıyor bu çocuklar. Aile algısının oluşturulamaması da
çocuklarda duygusal ihmallere neden oluyor. Bu çocuklar ileride çok sık
psikiyatriye gitme durumunda kalıyorlar. Kurum bu kadar emek verdiği
halde çocuklara psikolojik anlamda kaliteli bir hizmet verilemedi. Bu
gerekçelerle yasa değişti. (Çocuk evleri, sevgi evleri açılmasıyla ilgili.) Yasa
değiştirilmesiyle üzerine Suffa Vakfı teşvikte bulundu. Öğretim üyelerinin
oluşturduğu danışmanlıkla, çocuk psikiyatrisi desteği aldılar bizden. (Sivil
Toplum tarzında sosyal sorumluluk projesinde bu çıkan yönetmeliğe uygun
olarak çocuk haklarıyla ve evleri ile ilgili dernek kurulup, o derneğin
çocukların bakımını Çocuk Hizmetleri Genel Müdürüyle bir protokol yapıp
çocuklarını bakımını alma tarzında.) Bu evlerde, eğitici ve bakıcı anneler
tarzında bir yuva sıcaklığını hissettirmek ve çocuklara sahip çıkmak için
59. 59
evlat edinme sorunu olan özellikle yasal olarak mahkeme kararıyla kuruma
bırakılmış çocukları bu yasa değişikliği üzerine devralındı. Bu 100'e yakın
çocuk, çocuk evlerinde eğitiliyor veya okula gönderiliyor. İhtiyaçları
karşılanıyor. Masrafların aşağı yukarı yüzde 60'ını dernek, yüzde 40'ını
devlet veriyor. Bu şekilde psikologlarla kurumun eğitiminden geçmiş eğitici
annelerle çocukların bakımı yürütülüyor. Kurum denetleyici olarak bütün
işlemleri yazılı olarak kaydediyor.
ÇOCUĞU SEVGİSİZ BIRAKMAK DA İSTİSMARDIR
Çocuk yuvalarında cinsel taciz ve çocukların dövülmesi gibi
görüntülerine şahit olduk ne yazık ki. Bu konuda en önemli şey
denetim. Denetim mekanizması en iyi şekilde yürürlükte diyebilir
miyiz?
Oradaki bakıcılardan birisi çocuğun yüzünde çok hafif morarma yapacak
herhangi bir darpta bulunsa hemen savcılığa bildiriliyor. Zaten bununla ilgili
yasa değişikliği oldu. Cinsel istismar ihmal varsa bırakın cinseli, fiziksel
olarak bir şiddet uygulanıyorsa hemen harekete geçiliyor. Aslında çocuğu
sevgisiz bırakmakta bir istismardır. Çocukla alakadar olmamak, altını
kaçırmış bir çocukla ilgilenmemek de bir istismardır. Böyle bir durum varsa,
nereden kaynaklanmış hemen tespit ediliyor.
Çocuk evlerinde evindelik duygusuyla sistem yürütülüyor. Çocuklarla
ilgilenen sürekli psikologlar var. Bakıcı annelerin bu konuda eksikliklerini
tamamlamak için süreç psikologlarla birlikte işliyor. Böyle kötü şeyler
olmuyor, bize de şimdiye kadar rapor edilmedi.
MUTSUZ ÇOCUK ŞİDDETE YÖNELİYOR
Kurumdaki çalışma biçimi de olayları tetikleyebiliyor. Çocuk mutsuz olduğu
için şiddete yöneliyor. Bakıcılarda zorlanıyor böyle durumlarda. Psikolojik
formasyonla birlikte bakımın yapılması gerekiyor. Sosyal çalışmacının,
psikolojik danışmanın ve diğer bakıcılarının birlikte yapabileceği bir çalışma
bu. Böyle bir sistemin kurulması gerekiyor. Çocuk Esirgeme Kurumu bu
konuda bir çözüm geliştiremedi. Yediriyor, içiriyor, barındırıyor ama
psikolojik açıdan gerekeni veremiyor. Biz ise dernek olarak bu sistemi
bütünüyle hayata geçirmiş bulunuyoruz.
ONLARA KENDİ ÇOCUKLARI GİBİ SAHİP ÇIKTILAR
Derneğin kurulduğu günden bugüne ne kadar yol kat edildi?
Bizim beklediğimizden daha iyi sonuçlar elde ettik. Bakıcı anneler kendi
çocuğu gibi onlara sahip çıktı. Gönüllülük olduğu için ortaya güzel bir tablo
çıkıyor.
Yönetmelikte bazı eksiklikler var. Bunlar hızlanırsa sistem daha iyi olacak.
Yasal konudaki bazı boşluklar giderildiği için Türkiye'de bu konuda faaliyet
gösteren başka derneklerde mevcut. Gönüllü olan herkesin dernek kurup,
kurumla protokol yaparak bu tür faaliyetleri üstlenme imkânı bulunuyor.
Fakat psikolojik yardım sağlanması şartıyla bu bakımın yapılması gerekir.
Bizim derneğinde en büyük artısı çocuklara psikolojik destek veriyor
olması…
60. 60
BUNLAR TRAVMA GEÇİRMİŞ ÇOCUKLAR
Çünkü bu çocukların hepsi travma geçirmiş. Örneğin zamanında evde
zincirle bir yere ayağından bağlanmış, babası alkolik, babası annesini
öldürülmüş... Böyle çocukları alıp eğitmeye çalışıyoruz. Normal bir annenin
ve babanın baş edemeyeceği çocuklar. Dernekteki çocuklar ise tecrübeler
sayesinde çok mutlu… Her şey çok güzel gidiyor şu anda.
Bu konuda toplum olarak neler yapılabilir?
Bu çocuklar tam yetim çocuklar. Annesiz ve babasız… Mutlu Yaşam
Derneği’nin web sitesi var. İsteyen herkes bu adresten bilgi alabilir. Aynı
zamanda gönüllü de olabilirler. Öte yandan Üsküdar Üniversitesi olarak da
derneği destekleme kararı aldık. Eğiticilere sadece teorik bilgiler değil o
alanda çalışırken yaşadıkları zorluklar ile alakalı olarak destek vermek gibi
projelerde var.
BİRİSİNE BAĞLANMAK PSİKOLOJİK BİR İHTİYAÇ
Bu dernek destek görmezse kapatılabilir gibi bir risk yok değil mi?
Yasal prosedürler ve eksiklikler var ancak şu anda destekleyen ve sahip
çıkan çok. Beklediğimizin ötesinde herkes daha mutlu. Aşılması gereken bazı
zorluklar var. Zihinsel dönüşüm gerektiren bu konuların çözülmesi
gerekiyor.
Ne gibi?
Sosyal Hizmetler Kurumu'nun öfke eğitimindeki yaklaşımında eksiklikler
var. Mesela bakıcı anne kendinize anne dedirtmeyin, çocukları sevmeyin,
sarılmayın ve kendinizi çocuklara bağlatmayın tarzında eğitiliyor. Sosyal
Hizmetler Kurumu'nun buradaki amacı çocuk istismarı olmaması. Ancak
birisine bağlanma psikolojik bir ihtiyaç… Çocuklar ilgi göremeyince dışarıda
yabancı kimi görse sarılıyorlar. Çocuklar “sevilmiyoruz” gibi bir duyguya
kapılıyorlar. Dışarıda gösterilen ilginin etkisinde kalıyorlar. Bu tarz olguların
değişmesi gerekiyor.
ÇOCUKLARIN MUTLULUĞU BİR SORUMLULUKTUR
Bu dönüşüm sizce nasıl gerçekleşir?
Bu konuda bir proje hazırlıyoruz. Bakan kurum olarak değişime açık
olduklarını söyledi. Bu proje içerisindeki kurumda çalışanların eğitim ve
uygulamalarıyla ilgili de bazı şeyler yapılacak. Zaten kurum sosyal
çalışmacıya 30 ve 40 çocuk düşerse yapamaz bunu. En az 5 psikolojik
danışmanla ilgili bir çalışma gerekiyor burada. Bakanlığa sunmak üzere
bütün bunları bir proje haline getiriyoruz. Eğer çocuk evleri çoğalırsa
kurumun yükünü büyük ölçüde hafiflemiş olacak. Bu tarz girişimler,
istismarları da giderecek. Ama toplum buna sahip çıkmalı… Mutsuz çocuk
varsa; kurulan binadan, üretilen bilimden dikilen gökdelene kadar hiçbir
anlamı yok. Mutsuz çocukların toplumunda insanların mutlu olması
beklenemez. Çocukların mutluluğu bir sorumluluktur. İş adamı ve zengin
olmaktan daha önemlisi çocukların mutluluğuna hizmet etmektir. Bu insani
bir görevdir.
61. 61
KENDİNİ DUVARLARA VURAN ÇOCUK BAŞARILI BİR ÖĞRENCİYE
DÖNÜŞTÜ
Bir psikologdan ziyade bir baba olarak o evlere gittiğinizde neler
hissediyorsunuz?
Çocuğa evde ziyaret pek istenen bir şey değil. Çocuklar o zaman kendilerini
vitrinde, hayvanat bahçesinde ziyarette gibi hissediyorlar. Çocuk bunun için
bakıcı anne, sorumlu kişilerle bağlantı kuruyor. Biz bunları denetliyoruz. Biz
bu çocukları ilk ziyaret ettiğimizde kendilerini ısıran, kafalarını sağa ve sola
vuran çocuklardı bunlar. Daha sonraları bu çocuklar okula gitmeye ve
okuldaki başarılarını arttırmaya başladı.
Bu nedenle eğitimcinin anne baba yerine geçecek kişi tarzında olması şart.
Bizlerde onu vermeye çalışıyoruz. Verilebildi de…
ÇOCUK BİR KEDİ YAVRUSU MU YOKSA BİREY Mİ?
Türkiye'de çocuk hakları dediğinizde bu terimin neresindeyiz sizce?
Kanun değişti ama insanlardaki önyargı değişmedi. Çocuğu eşya, kedi
yavrusu gibi görme yaklaşımı var. Çocuğu ayrı bir birey gibi görme, onun da
hakları olduğunu bilme toplumda yaygın bir anlayış değil. Birleşmiş Milletler
’de çıkan Çocuk Hakları sözleşmesine paralel yasalar çıktı. Ama toplumda
bu konuda algı oluşmadı. Toplumsal algıların bu konuda güncellenmesi
gerekiyor. Bizim toplum çocuğa değer veren ve seven bir toplum. Bu konuda
bir sahiplenme olursa Çocuk Esirgeme Kurumu gönül rahatlığıyla bu
faaliyetlere destek verebilir. Çocuk evlerinin sağlıklı yürümesi içinse mutlaka
denetim gerekir.
EV ORTAMINDA HAYATLARINI SÜRDÜRMELERİ
HEDEFLENİYOR
Mutlu Yuva Mutlu Yaşam Derneği gönüllüsü Ali Kahraman
Günümüzde bu tarz oluşumlara ihtiyaç var. Bu derneğe destek veren
kişilerden birisiniz. Neler söylemek istersiniz?
Derneğin öne çıkan faaliyetlerinden biri Çocuk Esirgeme Kurumunda kalan
belli yaş üzerindeki öğrencilerin evlerde istihdam edilerek toplumla bir
bütünlük sağlamaları…
Aynı zamanda normal bir ev ortamında nasıl yaşanıyorsa o şekilde
hayatlarını sürdürmeleri hedefleniyor. Bu anlamda Bayrampaşa ilçesinde şu
anda aktif olarak açılan üç tane ev var. Bu evlerin açılmasıyla ilgili olarak
bende görev almış bulunuyorum.
ALLAH’IN BİZE HEDİYESİ 5 ÇOCUK KOMŞU…
Ne gibi görevleriniz var?
Evin açılması ve tutulması, içindeki eşyaların döşenmesi çocuklara uygun
olarak eşyaların alınması ve sonunda da çocuklarımızın o eve taşınarak aile
ortamında yaşamalarının sağlanması anlamında faaliyetlerde bulunduk.
İnsanlar genelde bu çocuklara şöyle bakıyorlar. Çocukları koruyalım,
62. 62
destekleyelim ama biraz bizden uzak olsunlar. Bu her insanda biraz vardır.
Ben buna biraz daha farklı bir boyut kazandırmaya çalıştım. Kendi evimin
karşısında başka bir daire vardı. Uzun süre satılmak istendi, satılamadı. Ev
sahibiyle konuştum, evimin yanına komşu getirdim. Oraya 5 tane küçük
komşularım geldi. Aslında bize rahmet geldi. Komşudan öte 5 tane Allah’ın
bize hediyesi olan rahmetli insanlar geldi. Bu insanların rahmetinden biz
istifade ediyoruz. Biz onlara bir şey yapmıyoruz aslında onlar bize bir şeyler
yapıyor.
Bu anlamda böyle bir faaliyet içerisinde bulunmak gerçekten çok keyif verici.
Onların gözündeki o mutluluğu, sevgiyi görmek çok müthiş bir şey. Bundan
ciddi anlamda etkileniyorsunuz. Bayrampaşa Kaymakamı Sayın Abdülkadir
Yazıcıoğlu'nun da ciddi bir emeği var. Bizi harekete geçiren, bu hizmeti
sunma azmini veren bizzat Sayın kaymakamımızdır. Şu anda çocuklarımız
evlerinde normal hayatlarına devam ediyor. Bizde hem bir komşu olarak
hem bir bu işe öncülük eden kişilerden birisi olarak onları düzenli olarak
takip ediyoruz. İhtiyaçları ve benzeri sağlık sorunlarıyla ilgilenmeye
çalışıyoruz.
TAM BİR SAAT HİÇ KIMILDAMADAN ELLERİMİ TUTARAK OTURDU
Çocukların gözlerindeki mutluluktan bahsettiniz. Siz ileriye dönük ne
sağlandığını düşünüyorsunuz?
İlk çocuklar eve geldiğinde kaymakamımızla onları ziyarete gittik. Yere
bağdaş kurup oturduk, iki tane çocuk hemen kucağımıza geldi Yaklaşık 1
saate yakın sohbet ettik. Çocuk kucağımda tam bir saat hiç kımıldamadan
ellerimi tutarak oturdu. Orada şunu görüyorsunuz. Çocukların yiyeceğe,
içeceğe mutlaka ihtiyaçları var ama asıl ihtiyaç sevgiye… Çocuklarda o
sevgiyi yakalamanın mutluluğunu görüyoruz. Bunun gelip geçici olarak
moda, bir akım olarak kalmaması gerekiyor. Genelde insanlarımız deprem
gibi şeylerde bir anda iyilik meleği oluyorlar ama sonrasında o gösterilen ilgi
bir anda yok olunca insanlar ciddi bir hayal kırıklığına uğruyor. Ben kendi
nefsiyle ilgilenen insanları sık sık uyarıyorum. “Bunu çok tutarlı bir şekilde,
çocukları bir anda uçuracak şekilde değil de uzun soluklu ilişki ve hizmet
olarak bunu yapmamız gerekir” diye... Geleceğe yönelik ise şöyle
düşünüyoruz; Koruyucu aileler o çocuklar ile ilgileniyor. Fakat bu sürecin,
çocuklarımızın okuyup, ev bark sahibi olup, kendi ayaklarının üzerinde
duruncaya kadar sürekli devam ettirilmesi sonrada bu kurulmuş hısımlığın
devamının olması gerekiyor. Projenin asıl başarısı burada olur. Küçük ama
devamlılığı olan bir mantıkla sürdürülürse çocuklarımız için daha faydalı
olacağını düşünüyorum.
On5yirmi5.com
63. 63
ÇOCUK YETİŞTİRMEDE YAPILAN YANLIŞLIKLAR
32 yaşındaki oğlu için gelen anne şikâyet ediyor: "Doğru dürüst okumadı
ama okul bitti. Şimdi de iş beğenmiyor. Bulduğumuz işlere 'yorucu, bana
yakışmaz, bu paraya çalışılır mı' gibi gerekçelerle gitmiyor. Bütün gün
evde. 'Onu getir, bunu al' şeklinde emirler veriyor. Yapmak
istemediğimizde 'Beni doğurdunuz, yapmak zorundasınız, çocuğunuz değil
miyim?' diyor. Direnirsek üstümüze yürümeye başlıyor. Artık korkuyoruz. Ne
yapabiliriz?" Bir başka anne benzer şeyleri henüz 16 yaşındaki oğlu için
anlatıyor. Her sabah özel şoförün okula götürdüğü, haftalık harcaması
asgari ücretten fazla olan, kredi kartı ile istediğini alabilen ve bunların az
olduğunu, okulu nasılsa bitireceğini, babasının işinin onu beklediğini ve bu
nedenle gençliğini çalışarak geçirmesinin anlamsız olduğunu söyleyen,
sabahlara kadar barlarda gezen, kızdığı zaman kendisine küfür eden, el
kaldıran bir çocuk. Bir baba, 14 yaşındaki çocuğunun kendisini yaraladığını
ağlayarak anlatıyor ve benzer bir öyküyü aktarıyor. Hepsinin son cümlesi
benzer: "Doğduğundan beri bir dediğini iki etmedik, koruduk, sevdik. Hiçbir
şeyini eksik bırakmadık. Niçin böyle oldu?" Öğrencinin Jaguar marka
arabası olur mu?' tartışmaları bu konuyu ele almamı zorunlu hale getirdi.
Yazmadan önce tartışmaları bir kez daha gözden geçirdim. Tartışılan konu:
O öğrencinin Cumhurbaşkanı'na gitmesiymiş. Oysa tartışılması gereken
konu: Çocukların kaç yaşında, nelere sahip olmalarının daha doğru olduğu
olmalıydı. Çünkü özel üniversitelerin park yerlerine girdiğiniz zaman
göreceğiniz araba markaları, tartışılan Jaguar'dan ucuz
olmayacaktır. Aslında üniversitelere gitmeye ve arabalara bakmaya bile
gerek yok. Sokaklardaki, kafelerdeki gençlere, hatta genç bile sayılamayacak
küçük çocuklara bakın. Sadece kıyafetlerine değil, ellerindeki cep
telefonlarına, taşıdıkları çantalara ve en önemlisi konuşmalarına bir bakın.
Ailesi varlıklı olan çocuk ve gencin bunlara hakkı var mı? Herhalde vardır.
Zaten tartışılması gereken de bu değil. Tartışılması gereken; çocuklara ve
gençlere zamanı gelmeden alınanların ve izin verilen davranışların, onların
gelişimine ve topluma nasıl zarar vereceği olmalıdır. Çevreye ve kendine
zarar verici davranışların olması, herkesin kendisine borçlu olduğunu
düşünen ve bu nedenle isteklerinin hemen ve eksiksiz yerine getirilmesini
isteyen, yapılmadığı zaman saldırganlaşan, emek sarf etmeyen,
sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri 18 yaşın altındalarsa 'davranım
bozukluğu'yla, üstünde ise 'antisosyal kişilik bozukluğu'yla tanımlıyoruz.
Yaygın olarak bilinen adı ile bu kişilere 'psikopat' diyoruz. Son yıllarda bu
sorunla ilgili başvurular giderek artıyor. Bu artışın en büyük nedeni; çocuk
yetiştirme biçimimizdir. SORUMSUZ VE DOYUMSUZ ÇOCUKDoğduğundan
beri bir dediği iki edilmeyen, her istediğine kavuşan, isteğinin yaşı ile
uyumlu olup olmadığına bakılmayan, emek sarf etmeden, değerini bilmeden
alınanları, yapılanları hak görerek yetişen bir çocuğun; sorumluluk sahibi,
doyumlu, çalışarak kazanmanın erdemine inanan, bir şeyleri elde etmek için
emek sarf etmesi gerektiğini bilerek çalışan bir birey olmasını beklemek
mümkün mü? Avrupalı ve Amerikalı aileleri 'çocuklarına bakmıyorlar, yazları
çalışmalarını istiyorlar' diye kötüleyenlerin düşüncelerini gözden
geçirmelerinde yarar var. Çocuklarımızı sevmekle onları doğru yetiştirmek
arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olur, diye daha önce de yayımladığım,
64. 64
'Geleceğin Psikopatlarını Yetiştirme Yolları'nı tekrar
yayımlıyorum: - Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın!
Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna
inanacaktır.
- Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o kendisinin akıllı olduğuna
inanacaktır. - Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! 21
yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin!
- Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini...
Onun için her şeyi siz yapın ki o, bütün sorumluluklarını başkalarına
yüklemeye alışsın! - Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki aile bir
gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.
- Ona istediği kadar harçlık verin ki hiçbir zaman kendi parasını
kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin. - Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili
bütün arzularını yerine getirin ki, istediklerine ulaşmak için çalışmak
gerektiğini öğrenmesin.
- Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun ki,
onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun. - Bütün bunları ve
benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç islerse,
kendisinden özür dileyin! Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için
kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin! (Bu belge, ABD Houston Polis
Müdürlüğü tarafından hazırlandı ve kentteki tüm evlere ve okullara
dağıtıldı.) Prof. Dr. Bengi Semerci Bir de ben ekleme yapayım. Rusya'da bir
şirket yöneticisi yeğenim var. Onun anlattığı bir Rus atasözü şöyle "Bir
çocuğun her dediğini yaparsanız anlayın ki bir DOMUZ yetiştirdiniz". ABD
de anne ve babalar aralarında anlaşarak haftanın bir veya iki günü çocuk ne
isterse ona "HAYIR" diyorlar. Kısaca kendinize ailenize ve topluma bir "BELA"
yetiştirmek istiyorsanız çocuğunuzun her istediğini yerine getirin.
Doç. Dr. Ömer ÖZKAN -Hukuk Fakültesi
65. 65
SEK SEK OYNAMAYI BİLMEYEN MUTLU OLAMAZ
Hâlâ mutlu olma sırrına eremediyseniz bugün size "mutluluk tablosu" hediye
ediyoruz. Tablo sizi mutluluğa götürecek ancak sek sek oynamasını bilmeniz
şart.
Mutluluğu Çocuktan Öğren kitabının piyasaya çıkmasının üzerinden henüz
iki ay geçmişti. Yazar, geniş bahçeli evinde, tebrikleri kabul ediyordu. Evin
uşağı, elinde telefonla koşarak geldi.
“Efendim sizi arıyorlar.”
“Nereden?”
“Türkiye’den.”
“Kim, niçin arıyormuş”
“Konya diye bir yerden arıyorlarmış efendim. Yeni kitabınız için aramışlar.”
Yazar, merakla telefona yöneldi. Telefondaki lahuti ses, oldukça sakin
konuşuyordu. Üstelik konuşan kişi İngilizce’ye çok iyi hâkimdi. Bu zat, önce
yeni çıkan kitabı hakkında yazarı tebrik etti. Sonrasında onu Konya’ya davet
etti. Elinde mutluluğa dair önemli bir belge olduğunu söyledi.
Bu söylenilen sözler ilk etapta yazara pek ilgi çekici gelmedi. Üstelik yazar,
mutluluk üzerine bir süre çalışma yapmayı düşünmüyordu. Yine de
aralarında şöyle bir konuşma geçti.
“Elinizdeki belgede ne var efendim?”
“Sırr-ı Sürur. Yani mutluluğun sırrı”
“Bu sırdan biraz bahseder misiniz efendim?”
“Bu sırrın tasavvufi, imani ve deruni boyutu var evladım. Telefonda pek
açıklamam mümkün değil.”
“Kısaca belirtseniz?”
“Sek sek oynamasını bilmeyen mutlu olamaz diyebilirim ancak.”
“Anlamadım efendim.”
“Bu kadar bilgi verebilirim evlat. Gelirsen detaylarını açıklayabilirim”
Bu kısa konuşmadan sonra yazarı bir merak sardı. İçindeki bu merak onu
Konya’ya kadar götürdü. Mevlâna müzesinin tam karşısındaki bir ara
sokakta, iki katlı bir evde, kendini arayan zat ile görüştü.
“Sen mutluluğu arıyorsun evlat. Rabbinden kopuk olan mutluluğu bulamaz.
Bulsa da hemen kaybeder. İnsanı yaratan ve nasıl mutlu olacağını bilen de
O’dur. Bu topraklarda yaşayan binlerce alim mutluluğu kitaplarında
anlatmıştır. Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bayram-ı Veli gibi zatlar
mutluluğun reçetesini sunmuştur topluma. Anadolu toprağı, mutluluğun
kaynağıdır evlat.”
Yazar 60 yaşlarında, beyaz sakal ve beyaz sarıklı adamı dikkatle dinliyordu.
Bir ara bu pir-i fani zat içeri gitti ve elinde bir belge ile geldi.
“Bak evladım bu belge bana dedemden kaldı. Dedem bu formülü büyük bir
âlimin cümlesinden yola çıkarak oluşturmuş. Dedem, bu kâğıda Sırr-ı Sürür
başlığını atmış ki, sürur mutluluk demek. Yani tam da bugün senin kafa
66. 66
yorduğun konulara, mutluluğun sırrına dedem de kafam yormuş. Kendine
göre bir çizelge yapmış.
Ben bu çizelgeyi onun Osmanlı Türkçesi harfleri ile yazılmış kitapları
arasında buldum. Başta tabloyu anlamadım. Altındaki cümleyi okudum.
Cümleyi anladım ama şekle bir anlam veremedim. Sonra araştırmaya
başladım. Bu cümlenin sahibini buldum. Cümle üzerine düşündükçe bu
tablonun anlamını çözdüm.”
Yazar tabloyu aldı. Osmanlıca harflerle yazılmış tabloda küçük küçük
kareler vardı. Her satırda iki kare. Birinde ‘zı’ diğerinde ise ‘nun’ yazıyordu.
Yan tarafa ‘hadise-1’, ‘hadise-8’ gibi notlar düşülmüştü. Bazen ‘zı’ bazen
‘nun’ bazen de her ikisi güzel bir renk ile renklendirilmişti. Tablonun en
altında şu cümle vardı: Kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir
veya neticeleri cihetiyle güzeldir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin,
müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve
intizamlar var.
“İnsanı mutlu eden nedir evladım, başına gelen olaylar değil mi? Gün içinde
yaşadığımız bazı olaylar bizi mutlu ederken bazıları mutsuz eder. Hep güzel
olaylarla karşılaşan genelde mutlu olur. Bu cümle diyor ki, kanattaki her
olay güzeldir. Yani bazı olaylar görünüş itibariyle (zahiren) güzeldir. Bazı
olaylar ise netice olarak güzeldir. Bazı olaylar vardır ki hem görünüşü hem
de neticesi güzeldir. Mutlu olmak isteyen insanın yapması gereken gözünü
güzel olana çevirmektir. Görünüşe ya da neticeye. Yani insan, olaylar
arasında giderken düze bir yol takip etmemeli, bazen görünüşe zıplamalı
bazen de neticeye. Yani seksek oynamalı.
Görünüşte güzel olan olaylar zaten bizi mutlu ediyor. Ancak bazı başımıza
gelen olaylar çirkin gibi görünebiliyor. Bu durumda emin olmak gerekiyor ki,
başımıza gelen bu çirkin olayların arkasında bizim için saklanmış bir
güzellik var. Ya bu olaylarla biz olgunlaşıyoruz ya gelecekteki başka zor bir
imtihana hazırlanıyoruz, belki de bu olaylar günahlarımıza keffaret oluyor.
Bazen de görünüşteki çirkin bir olay bizi çok daha büyük belalardan
koruyan bir anahtar oluyor. Bu nedenle mutlu olmak isteyen insan, çirkin
bir olayla karşılaştığında hemen sek sekin diğer tarafına sıçramalı. Her bir
olayda güzellik neredeyse o yöne sıçrayıp, oradaki güzelliği keşfedip mutlu
olabilir insan. Şimdi bak bu tabloya. “zı” Zahir demek, “nun” ise netice.
Boyalı alanlar, güzelliğin nerede olduğunu gösteriyor. Başına gelen ilk olayda
güzellik zahirde olabilir. Zaten mutlusun. İkinci olayda görünürde bir
çirkinlik var. Ancak güzellik bu sefer neticede. Hemen seksekteki gibi
neticeye sıçramak gerekiyor. Bununla ilgili sana güzel bir öykü aktarmak
istiyorum:
Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek batmış. Gemiden tek bir
kişi sağ kurtulmuş. Dalgalar bu adamı küçük ıssız bir adaya kadar
sürüklemiş. Adam ilk günler kendisini kurtarması için Allah’a yalvarmış ve
yardım bulurum umuduyla ufka bakmış. Ama ne gelen olmuş ne giden.
Daha sonra rüzgârdan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan kurtulmak için
67. 67
ağaç dallarından ve yapraklarından bir kulübe yapmış. Sahilde bulduğu,
gemiden artakalan konserve, pusula vs. gibi eşyaları bu kulübeye koymuş.
Günler hep aynı geçiyormuş. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor,
kendisini kurtarması için Allah’a dua ediyormuş. Bir gün tatlı su getirmek
için yürüyüşe çıkmış, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını
görmüş. Duman dans ede ede göğe yükseliyormuş. Başına gelebilecek en
kötü şeymiş bu. Keder ve öfke içinde donakalmış. ‘Allah’ım, bunu bana nasıl
yapabildin?’ diye feryat etmiş. O geceyi üzüntü ve keder içinde geçirmiş. O
kadar dua ettiği halde Allah’ın bu olayı başına getirmesinden dolayı sitemler
etmiş.
Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük
sesiyle uyanmış. Onu kurtarmaya geliyorlarmış! ‘Benim burada olduğumu
nasıl anladınız?’ diye sormuş bitkin adam, kendisini kurtaranlara. Aldığı
cevap onu hem şaşırtmış, hem de utandırmış: ‘Dumanla verdiğin işareti
gördük’
Bunun gibi evlat. Görünüş çirkin ama netice çok güzel. Baharın bizi ıslatan
şiddetli yağmurunun altında, bitkilerin ve hayvanların sulanması vardır.
Toprak altında çile çeken tohum, bir süre sonra çiçek açar ve meyve verir. O
çektiği çile görünüşte çirkindir ama neticesinde ne kadar güzellikler vardır.
İnsanın başına gelen belalar da insanı daha güzel meyvelere hazırlamaktır
belki de. Ben bu sırrı öğrendikten sonra, artık mutsuz olmuyorum. Çünkü
biliyorum ki O’ndan gelen güzeldir. Lütfü da hoştur, kahrı da. Ben güzellik
neredeyse o kareye zıplıyor, sabrediyor ve mutlu oluyorum.
Sen istediğin kadar mutluluk sırrı açıkla evlat, insanın başına zahiren kötü
bir olay geldiğinde bu sırların işe yaramaz olur. Olayların rengini değiştiren
bir bakış açısı kazandıran bu belge bence en büyük mutluluk sırrıdır.”
Yazar bir an sustu. Düşüncelere daldı. Belgenin atındaki sözün kime ait
olduğunu sorduğunda “Kısa bir araştırma ile bulabilirsin” cevabını aldı.
Sohbet o kadar tatlıydı ki, yazarla bu bilge insanın konuşmaları saatlerce
sürdü. Yazar, Konya’daki mütevazi evden çıkarken Sırr-ı Süruru
düşünüyordu. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştı. Akşam dönüş uçağına
yetişemedi. İlk önce isyan edecek gibi oldu. Sonra bugün öğrendikleri aklına
geldi. “Neticesi güzeldir.” dedi. “Madem buradayım öyleyse Mevlana’yı
yakından tanıyayım diyerek” bir haftada Konya’da kalmaya karar verdi. Bu
ona yeni güzelliklerin kapısını açacaktı.
Psikolojik Danışman & Pedagog Mehmet Teber
www.mehmetteber.com – [email protected]
68. 68
ÖĞRET ONA Kİ…
“Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen ona Kazanılan bir liranın,
bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini
öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı eğer yapabilirsen sessiz
kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin zorbaların görünüşte galip olduklarını.”
“Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret,
Herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi…
Tüm insanları dinlemesini öğret ona,
Fakat tüm söylenenleri gerçeğin eleğinden geçirmesini
Ve sadece iyi olanları almasını da öğret.”
“Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl
gülümseyeceğini öğret ona ve gözyaşlarında hiçbir
utanç olmadığını öğret.
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını fakat hiçbir
zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını
öğret ona.
Ve eğer Kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa
Dimdik dikilip savaşmasını öğret...”
http://www.babusselam.com/arsivler.php dan alıntıdır.
69. 69
BİLECİK’TEN MANAYA AÇILAN KAPI ŞEYH EDEBALİ
(rh.a)
Bir baş ol ki oğul; dimdik durasın, çiğnenip ezilmeyesin.
Bir göz ol ki oğul; iyiliği göresin, peşinden yürüyesin…
Bir dil ol ki oğul; zehire bal süresin…
Bir el ol ki oğul; yoksulu giydiresin…
Bir yürek ol ki oğul; her zaman hak diyesin…
Ayak olursan oğul; karınca ezmeyesin…
Vakit kıymetli oğul; sakın boş gezmeyesin…
Ocağın mutlu, beyliğin kutlu olsun!...
Allah(cc) utandırmasın!...
70. 70
TÜRK USULÜ ÇOCUK SEVGİSİ
Çocuk dünyasını keşfeden ve gözlemleyen herkes şu üç noktayı
gözlemlemiştir:
Öncelikle çocukların dünyası çok hassastır. Onlar bir fidan, bir yaprak ya da
taze bir meyve gibidirler. Ruhları, kalpleri çok kırılgandır. Nasıl ki yeşil bir
yaprağı alıp elinizde biraz eğip bükerseniz hemen incinir, çocuklarda bir
cümleden, bir sözden kolaylıkla incinebilirler. Yaprağa uyguladığınız birazcık
baskı yaprağın delinmesine ve yırtılmasına yol açar. Aynı şekilde çocuklara
yapılan psikolojik, duygusal ya da fiziksel baskılar onların dünyasında çeşitli
yaralar açabilir.
Çocuklar hakkında diğer gözlemlediğimiz gerçek ise onların hayal ve gerçeği
kimi zaman ayırt edememeleridir. Çocuklar çizgi filmde izlediği bir
kahramanı gerçek zannedebilirler. Rüyasında gördüğü olayları gerçekte
olmuş gibi anlatabilirler. Hayal dünyasındaki bir kahramanla konuşabilirler.
Hayalen havaya top atıp yakalamaya çalışın, sizi merakla ve eğlence ile
izleyebilirler. Tam aksi şekilde günlük hayatlarındaki korkuları, onların
hayallerinde ve rüyalarında devam edebilir.
Çocuklar hakkındaki üçüncü gözlemimiz ise onların büyüklerin yalan
söyleyeceğine inanmamasıdır. Neredeyse ergenlik dönemine kadar çocuklar
anne-babasının ya da büyüklerinin sözünü gerçek olarak algılar. Onların
şakalarını, teselli sözlerini gerçek gibi algılarlar. “Sen uyu ay dede gelip seni
öpecek.” derseniz buna inanabilirler. “Ben artık seni sevmiyorum.” derseniz
sizin gerçekten onu sevmediğinize inanırlar. Bir anne çocuğuna “Bıktım artık
senden, evi bırakıp gideceğim, sen de annesiz kalacaksın.” derse çocuk,
gerçekten de annesinin gideceğini düşünür. O sözün, o anlık bir tepkinin
ürünü olduğunu anlayamaz. Çünkü çocuklar büyüklerinden gelen sözleri
gerçek gibi algılarlar. Bu durum dizi izlerken de ortaya çıkar. Çocuklar
dizilerdeki büyük büyük adamların yaptıklarını doğru kabul ederler. Dizi
kahramanı adam öldürüyorsa, çocuklar kahramanla yaptığı işi
ayıramadığından adam öldürmeyi normal kabul ederler. “Adam öldürmek
kötü bir şeyse bu büyük amcalar neden öldürüyor? Demek ki insan, gerek
duyduğunda adam öldürebilir” diye akıl yürütürler. Bu nedenlerdir ki,
televizyonda şiddet gören çocuklar şiddeti kendi dünyalarında da
uygulamaya başlarlar.
Şimdi çocuklar hakkındaki bu üç gerçeği aklımızda tutarak devam edelim.
Biz Türkler çocuklara olan sevgimizi ifade ederken yanlış yöntemler
seçebiliyoruz. Bu yanlış yöntemler çocuklara sevgi aşılamak yerine onları
korkutuyor açıkçası.
Örneğin yeni kardeşi olan bir çocuğa. “Ooo senin pabucun artık dama atıldı.
Annen baban seni sevmeyecek.” diyebiliyoruz. Bunu söylerken niyetimiz
aslında çocukla iletişim kurmak. Ancak çocuklar bizim bu söylediklerimizi
gerçek gibi algılayıp, gerçekten de anne babalarının kendilerini
sevmeyeceğini düşünüp üzülüyorlar. Bu basit şaka, onların ruhlarını ve
kalplerini incitiyor. Bu sözü söyleyen kişiden ise uzaklaşıyorlar.
71. 71
Ya bazen yine sevgimizi göstermek için “Kardeşini alıp götüreceğim. O artık
bizim çocuğumuz olacak.” diyoruz. Mesela amcam büyük kızıma diyor ki,
“Ben senin kardeşini ceketimin içine koyup götüreceğim. O artık benim
kızım olacak.” Büyük kızım da başlıyor ağlamaya. Amcamın niyeti büyük
kızımla iletişim kurmak, belki onu sevdiğini göstermek ama kullandığı
yöntem kızımı incitiyor. Çünkü o duyduklarını doğru olarak kabul ediyor.
Amcamın kurduğu bu senaryo geceleri benim kızımın rüyasına girebiliyor.
Arabayla giderken “Seni şimdi çöp tenekesine atacağım” diyerek çocuklara
takılmak istiyoruz. Ancak bu basit cümle minik dünyaları tedirgin etmeye,
onların ruhlarında yaralar açmaya yetiyor da artıyor bile. Aynı şekilde “Artık
anneni aldım. O benim annem olacak. Sen de annesiz kal” cümleleri
çocukları korkutuyor ve bunu diyen büyüklerinden soğutuyor. Bunun
yanında gerçek dünyada yaşadığı bu korkutucu olay onların rüyasına da
giriyor.
“Hım hım teyze seni gelip götürecek.”, “Doktor amca gelip sana iğne
yapacak.”, “İçeride öcüler var onlar seni yiyecek.”, “Sen uyurken senin
ellerini ayaklarını kediler, fareler gelip yiyecek.” “Baban gitti bir daha eve
gelmeyecek.” gibi cümleler dilimizde çok dolaşıyor.
Hepimiz çocuklarımızı seviyoruz, bazen sevgimizin tezahürü olarak onlara
takılmak ve onlarla iletişim kurmak istiyoruz. Ancak bunu yaparken
çocukların hassas ruhlarını incitebiliyoruz. Onların bizlerin söylediklerini
gerçek gibi gördüğünü bilmemiz gerekiyor. Çocuklarımızı korkutarak, tehdit
ederek, kızdırarak sevmek yerine olumlu cümlelerle sevmeyi tercih etmeliyiz.
Psikolojik Danışman & Pedagog Mehmet Teber - Haber 7
www.mehmetteber.com – [email protected]
72. 72
DİNİ HÜKÜMLERDEN ÇOCUKLAR DEĞİL
ÖNCELİKLE YETİŞKİNLER SORUMLUDUR…
Dinî bilgiler, okul ve çocukluk çağlarında öğrenilir gibi algılanıyor. Gençlik
çağıyla birlikte "Vaktim yok, çok yoğunum, yaşım geçti, bildiklerim bana
yeter!" düşüncesi ile dinî bilgilere karşı uzak duruluyor. Prof. Dr. Recep
Kaymakcan, dinî yükümlülüklerden yetişkinlerin mükellef olduğuna dikkat
çekti.
Dinî bilgileri öğrenmenin çocukluk ve gençlik çağlarına ait bir olgu olduğuna
inanılır. Din eğitimi denilince öncelikle çocuklar akla gelir. Oysaki dinî
sorumluluk ve yükümlülükler çocukları değil, daha çok yetişkinleri
ilgilendiriyor. Ebeveyn, çocuklarının bu bilgileri öğrenmesi için gayret sarf
ederken kendi bilgilerini yenileme, eksiklerini tamamlama konusunda çaba
harcamaya gerek duymuyor. Birçok insan çoğu zaman 'Çok yoğunum, işim
başımdan aşkın, hiç vaktim yok, bu yaştan sonra daha ne öğreneceğim,
bildiklerim bana yeter' düşüncesiyle hareket ediyor. Ve genelde dinî bilgilerin
öğrenilmesine, çocukluk çağında öğrenilmesi gerekli mevzular olarak
yaklaşılıyor. Her yetişkinin böyle konuları hayat boyu öğrenmeyi ilke haline
getirmesi gerektiğini söyleyen Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din
Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Recep Kaymakcan, 'Beşikten
mezara kadar ilim öğreniniz' hadisini hatırlatıyor.
Prof. Dr. Recep Kaymakcan, dinin emirlerine ilk muhatabın yetişkinler
olduğuna dikkat çekiyor. Kaymakcan, "Çocuklarımıza tabii ki dinî eğitim
vereceğiz. Ancak, öncelikle biz yetişkinler olarak eksiklerimizi tamamlama,
daha fazlasını öğrenme çabası içerisine girmeliyiz. Unutmamalıyız ki dinî
yükümlülüklerden çocuklar değil, yetişkinler mükelleftir. Namaz, oruç, zekât
gibi temel ibadetlerin yanında yardımseverlik, komşuluk ilişkileri, evlilik,
boşanma, faiz, kumar gibi dünyevi ve dinî mevzular çocukları değil, öncelikle
73. 73
yetişkinleri ilgilendirir. Ayrıca dikkat edersek İslam dinî eğitimi, yetişkin
eğitimi olarak başlamıştır." diyor.
Yetişkinler, aynı zamanda anne veya baba rolünü de üstlenir. Kaymakcan,
yetişkinlerin aile içerisinde çocuklara yönelik din eğitimi konusunda örnek
olmak ve rehberlik etmek için dini eğitimlerine önem vermeleri gerektiğini
ifade ediyor. Kaymakcan'a göre; yetişkinler, dinî konularda kendilerini
geliştirmek ve eksiklerini tamamlamak için alanında ehil olan veya dinî
bilgisine güvendiği kişilerden yardım alabilir. Ayrıca çeşitli dini kurumlara
giderek de dini konularda bilgi alabilir.
Dinî eğitim yetişkinlere neler kazandırır?
Dinî eğitim alıp, ahlakî değerleri sahiplendiği takdirde meslekî gelişime
imkân tanır.
Kişinin üstlendiği hayat rollerinde edindiği kimliklerden dolayı karşılaştığı
problemlere çözümler üretir.
Dinin sosyal alana uzanan kısımlarında bireye dini meselelerle baş edebilme
gücü kazandırır.
Aile içi ilişkileri sağlamlaştırır, sorunların çözümünü kolaylaştırır.
Evde kitap okuma saatiniz olsun...
İşiniz ne kadar yoğun olursa olsun, dinimizi öğrenmeye mutlaka vaktiniz
vardır. Ölünceye kadar hiçbir şey için geç kalınmış değildir. Bunun için her
hafta okuyacağınız bir kitabınız, evde eşinizle, arkadaşlarınızla takip
edeceğiniz bir dinî eser olsun. Çocuklarınızla namaz kılın, ailenizle birlikte
dua edin.
Hz. Ali (ra), "Ey iman edenler gerek kendilerinizi gerekse ailelerinizi ateşten
koruyun." (Tahrîm: 6) meâlindeki âyeti, "Kendilerinize ve ailelerinize onları
cehennemden kurtaracak hayrı öğretin." diye tefsir etmiştir.
Onun ümmeti (s.a.s) olarak bizlere düşen de onun tavsiye buyurduğu
şekilde ailelerimizle ilgilenmek, onlara bir şeyler öğretmek, onlardan bir
şeyler öğrenmektir. Hayat boyu eğitim devam eder. Tâ ki ölüm gerçeğine
kadar. Zeynep KAÇMAZ
74. 74
9X8'DEN KAÇAN ÇOCUKLARI
İKNA ETME YÖNTEMLERİ
Sizin de çocuğunuz çarpım tablosunu ezberlemek istemiyorsa uzmanların
önerilerine kulak verin.
Hülya Yıldırım'ın haberi
Yazının girişini yazarken, kısaca 'çarpım tablosunu ezberlemek ya da
ezberlememek; işte bütün mesele bu' demek istiyorum. İnsanın çocuğu
hangi ayda-yaşta ise ve ne gibi süreçlerde zorlanıyorsa, ebeveyn de o konuda
daralıyor... Eee, çocuğun en küçük bir sıkıntısı, anne-babanın derdi oluyor!
Ve yeniçağın çocuklarının en az yarısının çarpım tablosunu ezberlemek
istemediğini kendi kızım 'Ezberlemem de ezberlemem' diye tutturunca fark
ettim... Yalnız değildim! İnanın, siz de yalnız değilsiniz. Peki, ne
yapacaksınız? İşte, uzmanların ve öğretmenlerin görüşleri. Buyurun, çarpım
tablosu meselesine bir de buradan bakın...
Her Çocuk Farklıdır
Pedagog Zeynep Aydoğmuş, her çocuğun farklı olduğu gerçeğinin altını çizerek
anne-babaları uyarıyor.
- Çocuklar ezberlemeyi neden reddediyor olabilir?
İletişimsizlik, hafıza problemi, hiperaktivite bozukluğu, dikkat eksikliği ya da
özel öğrenme güçlüğü olabilir. Ancak, ezberi reddetme söz konusu
olduğunda en sık karşılaşılan durum, özel öğrenme güçlüğü yaşayan
çocuğun bu durumdan sıkılıp yapamayacağını düşünerek tekrar
ezberlemeye yanaşmamasından kaynaklanır.
- Özel öğrenme güçlüğü olmayıp her şey normalken ezbere karşı olan
çocuklar da var mı?
Bu duruma çok ender rastladım. Bir pedagog olarak bugüne kadar sadece 2
çocukta gördüm. Onlarda da iletişimsizlik ön plandaydı. Ezber konusunda
özellikle çarpım tablosu gibi matematiksel ezberlerde 'özel öğrenme
güçlüğünden söz edebiliriz. Ancak her çocuk farklıdır, bazı çocuk öğrendiğini
bir defada hatırlar, bazısının 5-10 kere tekrar etmesi gerekebilir.
Motive Ederek Hafızasını Geliştirin
- Peki, bu konuda aileler neler yapabilir?
Çok küçük yaşlardan itibaren basitten başlayarak çocuğa tekerlemeler,
dörtlükler ve şarkılar öğretilmelidir. Motive ederek hafızasını geliştirmesinde
yardımcı olunmalıdır.
- 'Özel öğrenme güçlüğü' nedir?
Zihinsel ya da bedensel engel veya hastalık gibi hiçbir farklı sorunu olmadan
okumada, yazmada, matematikte yaşıtlarından iki yıl geride olma
durumudur. Yani çocuk, sosyal hayatta gayet zeki, konuşkan ve çabuk
kavrayan bir çocuk olabilir ancak belli bir yaşa geldiğinde ezberde sorun
yaşıyorsa ve sınıfın çoğunda bu sorundan bahsedilmiyorsa, özel öğrenme
75. 75
güçlüğünden bahsedebiliriz.
- Çocukların çarpım tablosunu ezberlemek istememesinin içinde
bulunduğumuz çağ ile bir ilgisi olabilir mi? Günümüz çocukları farklı mı
öğrenmeyi istiyor?
Görsel öğrenmeler daha ön planda tabii... İşitsel, anlatımlı öğretmek zor
olabiliyor. Ancak bu tür öğrenme güçlükleri, yani işitsel öğrenmede sorun
yaşayan çocuklar okul hayatı boyunca sorunlar yaşayabiliyorlar.
Öğretmen neye inanıyorsa o ortaya çıkıyor
Nur Eda Kasap- Uluslararası öğrenci-anne-baba koçu
'Harvard Üniversitesi profesörlerinden Robert Rosenthal, 1969 yılında bir
ilkokulda araştırma yapmayı planladığı zaman, psikoloji tarihinde dönüm
noktası olacak bir bulguyla karşılaşacağını bilmiyordu. Ders yılı başında
uyguladığı zekâ testinden sonra, öğretmenlere her sınıfta belirli çocukların
üstün zekalı olduğunu söyledi. Bu bilgiyi öğrenciler ve onların aileleriyle
paylaşmamalarını da tembih etti. Çocuklar gerçekte normal zekâ düzeyinde
çocuklar olup araştırma gereği rastgele seçilmişlerdi. Ders yılının sonunda
hayret edilecek iki bulgu ortaya çıktı. Birincisi, çocukların başarısı önceki
yıllara göre yükselmişti. İkincisi çocuklar ders yılı sonunda uygulanan zekâ
testinden öncekine kıyasla daha yüksek puan almışlardı. Bu ve diğer
araştırma sonuçlarına göre, öğretmenin öğrenciden beklentisi ne yönde ise
öğrenci o beklentiyi doğru çıkarıyor! Öğrencilerinin üstün zekalı olduğuna
inanan öğretmenler, öğrencilerinin sıradan veya sıra dışı olduğuna inanan
öğretmenler de haklı çıkıyor. Öğrenilecek konu hakkında çocuğa atılan ilk
çapa öğrenmede etkili, diye düşünüyorum. Davranış modeliyle çocuk farklı
bir noktaya taşınabilir. Kendini doğrulayan kehanette olduğu gibi, kolaylıkla
öğrenebileceği veya ezberleyebileceğini hisseden çocuk, bunu somut olarak
gösterecektir. Ayrıca anne ve babanın verdiği tepkiler de çocuk için önemli.
'Sen tembelsin, öğrenemiyorsun, böyle giderse başarılı olman zor. Arkadaşın
gibi çok çalışman gerekir, ezberin zayıf...' gibi çocuğun ilk anda zihnine
ekilen telkinler ve kıyaslamalar öğrenme ve ezber konusunda etkili oluyor.'
Yeni öğretme yolları bulun
Prof. Dr. Ümran Tüzün Çocuk ve ergen psikiyatrı
'Ezber sevmeyen çocuklarda aritmetik öğrenme bozukluğu olabiliyor.
Aritmetik öğrenme bozukluğu bir tür özel öğrenme bozukluğudur. Bu
çocukların bazılarında da hafıza sorunları görebiliriz. Ancak bazı çocuklara
matematiği farklı yollarla öğretmekte fayda vardır. Örneğin, geçenlerde
76. 76
izlediğim bir videoda bir dershane öğretmeninin çocuklara oyunla formülleri
öğrettiğini görmüştüm. Demek ki bazen bu tür yeni teknikler çocukların
öğrenmeleri üzerinde etkili olabiliyor. Özellikle çarpım tablosunu ezberleme
sorunları 3. sınıfta karşılaştığımız bir sorun. Zira, o yaştaki bir çocuğun
normalde bu konuyu halledebilmesi beklenir.'
Şekiller ve tekerlemelerle öğretiyorum
3. sınıf öğretmeni
'40 kişilik sınıfta 10 çocuk çarpım tablosunda sorun yaşıyor. Onlar da
çarpım tablosunu ritmik sayma yöntemiyle buluyor. Rakamlar büyüdükçe
çocukların gözü korkuyor. Ezberin çocuklar için faydası var. Elbette çarpım
tablosunun mantığını çözmeden ezberlemek olanaksız. Çocuk 2. sınıfta
ritmik saymayı çok iyi oturttuysa, çarpım tablosunu daha kolay ezberliyor.
Öğrencilerime bu konuda çarpım tablosunu adınız, soyadınız gibi bilmeniz
gerekir dedim. Çarpım tablosunu öğretmek için farklı uygulamalar yaptık.
Mesela 2'şerli ritmik saymayı anlatırken bu ikilerin çarpım tablosudur
dedim. Sonra, çarpmayı öğrenciye bıraktım. Günlük hayattan örnekler
vermek de etkili oluyor. 'İki kalem kutun var diyelim. Her birinde 3'er
kalemin var. Toplam kaç kalemin olur?' diye soruyorum. Tahtada da şeklini
çiziyorum; böylece çocuğa soyut gelmiyor. Bir de tekerlemeler var: '6 kere 6,
36. Babamın bıyığı yolda kaldı' gibi... Sabahları yüksek sesle, oyun gibi
söyletiyorum tekerlemeleri.'
Şarkı ve dansla öğrettim
4. sınıf öğretmeni
'41 öğrencim var, yarıdan fazlası çarpım tablosunu bilmiyordu, şimdi hepsini
öğrendiler hem de ezberlemeden. Önce öğrencilerinize bir ritim aleti
yapmalarını söyleyin. Cam şişelere veya kola kutularına mercimek, nohut,
ya da pirinç koysunlar sonra da şişenin kapağını kapatıp dışını renkli
malzemelerle süslesinler. 2'şer 2'şer 20'ye kadar dans ederek ve yaptıkları bu
ritim aletiyle ritim tutarak saymalarını isteyin. Hatta şarkı, şiir ya da
tekerleme yazmalarını isteyin. Göreceksiniz beklemediğiniz çalışmalar
çıkacak. Öğrenciler zevk alarak bu uygulamayı yapacaklar. Sonra, üç, dört
ve diğerleri gelecek; ilk başta zorlanabilirler, sakın bırakmayın. Ben
uyguladım, bir ayda çarpım tablosunu öğrendiler, hatta 3 basamaklı bir
sayıyla 2 basamaklı sayıyı zihinden çarpabiliyorlar, bölebiliyorlar.' Akşam-
Cumartesi
77. 77
YALANI NASIL ÖNLEYEBİLİRİZ
Çocuklar neden yalan söyler, yalan söyleyen çocuğa nasıl davranılmalı
soruları çocuk psikiyatrisinde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Yalan, kelime
anlamı olarak, yanlış olduğu bilinmesine rağmen, karşı tarafı yanıltma
amacıyla yapılan davranış ya da sözlerdir.
Yalan, tüm dinler tarafından günah kabul edilen, ahlaki çerçevede olmaması
gerektiğine inanılan bir eylemdir. Yalan söylemenin yanlış olduğu
çocukluğumuzda öğretilen ilk kurallardandır. Hiç kimse ben yalan söylerim,
yalanı severim, yalan iyi bir şeydir demez. Ancak yalan söylemeyenimiz de
hemen hemen hiç yoktur. Beyaz yalan, masum yalan adı altında, söyledim
ama…...’ dan dolayı diyerek geçerli, iyi niyetli nedenler sıralarız. Beyaz
yalanlar çıkar amacı gütmeyip, karşı tarafın iyiliğini amaçlayarak söylenir,
etik ahlak açısından tartışmaya açık, standardize edilmiş bir konu değildir.
Bu yazımızın amacı da yalanın felsefi yönlerine girmek değil, çocuklardaki
yalan alışkanlığını incelemek, çocuğun yalan söyleme nedenlerini ortaya
koymak, yalan söyleyen çocuğa ebeveyn olarak nasıl davranmalıyız sorusuna
cevap aramaktır. Yalanın kelime anlamı olarak, yanlış olduğu bilinmesine
rağmen, bilinçli olarak karşı tarafı yanıltma ve çıkar sağlama amacı gütmesi
gerektiğini belirtmiştik. Bundan dolayı psikiyatri ve çocuk psikiyatrisinde, 7
yaşına kadar çocuğun yalan söylemesinden bahsedemeyiz. 3 yaş öncesinde
çocuklar düşüncelerinin kişisel olduğu bilincinde değildirler. Bundan dolayı
hiçbir şekilde çocuk ve yalan ilişkisi kurulamaz. 3-4 yaşlarında olağanüstü
bir hayal gücü, yeni bilgi ve beceriler kazanma ve bunları test etme isteği
çocuğun psikolojik ve fiziksel gelişiminde yer alır. Masal dünyasında yaşayan
çocuk çok farklı hikâyeler anlatabilir, suçu başkalarına atabilir. Salçalı
makarnasını halıya sıvayan çocuk, bunun odaya giren peri tarafından
yapıldığını söyleyebilir. Gerçeklik duygusu henüz oluşmadığından, abartılı
söylemler, hayallerle ilgili ifadelerin gerçek gibi anlatılması tamamen
normaldir. 5 yaşından itibaren gerçek ile yalan arasındaki fark çocuk
tarafından kavranmaya başlanır. Fakat anne babayı memnun etme isteği,
onların sevgisini kaybetmeme arzusu çok yoğun olup, anne babanın üzüleceği
ya da kızabileceği durumlarda gerçeği çarpıtma yoluna gidebilirler ki, bu da
gayet doğaldır. 7 yaşından itibaren soyutlama yeteneği gelişir, 8-9 yaşlarında
gerçek ile yalan arasındaki fark tam olarak kavranır, 10-11 yaşlarında ise
doğru ile yanlışı kendi bilişsel becerisi ile ayırır hale gelir.
Yalan söyleme 11 yaşın üzerinde devam ediyorsa uyum ve davranış bozukluğu
olarak kabul edilebilir. Burada da öncelikle yalanın sadece anne babaya mı,
genel olarak mı söylendiğine dikkat edilmelidir. Anne babanın çocuk
yetiştirmedeki yanlışlıkları ve çocuğa verdikleri tepkiler burada ana unsur
olabilir.
78. 78
Çocukların yalan söylemelerinin altında şunlar yatabilir.
1. Anne babanın yalan söylemesi, aile çevresinde yalana sık
başvurulması. Çocuklar çok iyi bir taklitçidir, öncelikle sizi model ve
örnek alacaklardır. Hastane ziyaretine gidiyoruz diyerek çocuğu evde
bırakıp alışverişe gitmeniz, o gece komşulardan gelen misafir olma
isteğini bu gece dışarıda yemeğimiz var yalanıyla kabul etmemeniz gibi
pek çok yalanınız çocuk tarafından rol model alınacak, yalana
başvurmasının yolunu açacaktır.
2. Çocuk ilgi çekmek, sevginizi almak için yalana başvurabilir. Başı
ağrımadığı halde başını tutan, karnı ağrımadığı halde sık sık karın
ağrısı yalanına başvuran çocuğunuzla yakın iletişimde bulunup, onun
sevgi ve ilgi ihtiyacını karşıladığınızdan emin misiniz?
3. Çocuk ebeveynleri tarafından aşağılanarak ya da ceza ile terbiye
edilmeye çalışılıyorsa yalan söyleyebilir. Okul başarısızlığının
bağışlanmadığı, en küçük bir hatasında haddini ve amacını aşan
cezalara uğrayan çocuk, parasını kaybettiğinde çalındığını söyleyebilir,
kırık notlarını eve getirmemek için babasının imzasını taklit ederek
okula geri götürebilir.
4. Gerçekleşmeyen hayal ve arzular çocuğu yalana sevk edebilir. Kendi
yatak odası olmayan çocuk, odasına yeni bir kitaplık alındığını
arkadaşlarına ballandıra ballandıra anlatabilir, babasıyla gezme
özleminde olan bir çocuk, her tarafta birlikte futbol maçına gittiklerini
söyleyebilir.
5. Arkadaşları etkilemek ve grup içinde etkin bir pozisyona gelmek, grup
içinde kabul edilmek için de çocuklar yalana başvurabilir.
6. Özgüveni ve özsaygısı düşük çocuklar, saldırganlık ya da suçluluk
duygusu olan çocuklar yalan söylemeyi alışkanlık haline getirebilir.
7. Özellikle ergenler yapmayı çok istedikleri, ancak izin verilmeyeceğini
bildikleri durumlarda yalan söyleyebilir.
8. Ergenler yaşam alanlarına çok müdahale edildiklerinde
mahremiyetlerini korumak için yalana başvurabilir.
9. Erken çocukluk dönemlerinde aşırı ödüllendirilen çocuklar, gerçek
hayatta (okul döneminde, arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde vs.) bunu
bulamadıklarında yalan söyleme gereksinimi duyabilirler. Hiç
ödüllendirmeme de aynı etkiyi yapar.
Çocuğunuzun yalancı olmasını istemiyorsanız;
1. Çocukları yalana iten en önemli nedenin erişkinlerin gerçek karşısında
takındıkları çelişkili tutum olduğunu unutmayın. Anne baba olarak
önce siz açık sözlü ve yalansız bir iletişimde bulunarak, çocuğa doğru
rol model olun.
2. Bir hastalığı önlemek, hastalığı tedavi etmekten her zaman daha
kolaydır. Çocuğu yalana itecek durumlara meydan vermemeniz
ebeveynlik görevlerinizdendir.
79. 79
3. Anne baba olarak söylediklerinizle yaptıklarınızın tutarlı olmasına
dikkat edin, çelişkili davranmayın.
4. Çocuğunuzdan kapasitesi üzerinde şeyler beklemeyin.
5. Onu kardeşleriyle ve diğer çocuklarla kıyaslamayın.
6. Aşırı otoriter ve baskıcı olmayın, çocuğu maddi ve manevi olarak tehdit
etmeyin.
7. Çocuğunuzu anne baba arasında taraf olma pozisyonuna getirmeyin.
8. İstek, kaygı ve sıkıntılarını sizinle rahatça paylaşmasını sağlayın.
9. Olumlu, dürüst davranışlarını fark edin, bu davranışı pekiştirecek
tarzda ödüllendirin.
10. İlgi ve sevginizi çocuğunuzdan esirgemeyin.
11. Takdir edilme ve onaylanma çocuk-yetişkin herkes için
önemlidir. Onaylanma ihtiyacı çocuğunuzu yalana yöneltiyor olabilir.
12. Çocuğu yalancı olarak etiketlemeyin. Bu etiketler, olumsuz
davranışı teşvik eder, pekiştirir.
Çocuğunuz yalan söylüyorsa yaklaşımınız şu olmalıdır.
1. Dürüst davranmaktan korkmaması gerektiğini, cezalandırıcı değil
yapıcı olduğunuzu ifade ederek, çözüm yolları için karşılıklı konuşun.
2. Arzudan kaynaklanan bazı yalanlarının tarafınızca anlaşıldığını
gösterin, bu arzuları gidermeye çalışın.
3. Küçük çocuklara gerçek ile uydurma arasındaki farkı anlamaları için
yardımcı olun.
4. Suçluyu saptamaya çalışmak yerine hatalı davranışa ağırlık verin.
Hedefiniz çocuğun kişiliği değil davranışı olmalıdır.
5. Hangi durumlarda yalana başvurduğunu saptayarak sorunu bulun ve
çözüm için gerekeni yapın.
6. Çocukla iletişiminizde nasihatten çok dinlemeye önem verin.
7. Ebeveyn yaklaşımınızda bir yanlış olabileceğini kabul ederek, doğru
yaklaşım konusunda eğitim ve destek alın.
8. Bazen her şeye rağmen çocuğunuz, gerekçesiz patolojik yalan
davranışı gösterebilir. Kişilik bozuklukları psikolojik sorun ve
dengesizlikler, dürtü kontrol bozuklukları, dikkat eksikliği ve
hiperaktivite gibi hastalıklar patolojik yalan söylemenin altında
yatabilir. Gecikmeden alınacak psikiyatrik destek ve tedavi, davranışçı
terapiler sorunun çözümüne yardımcı olacaktır.
Antalya psikiyatri ve Antalya psikoterapi merkezi olarak, çocuklarımıza açık
sözlü olmayı öğretmek yanında, onları yalana kanmayacak biçimde
yetiştirmek için uzman psikiyatrist, psikolog ve pedagog desteğiyle
yanınızdayız.
Psikiyatri Antalya, Antalya Psikoterapi Merkezi, Lara/Muratpaşa/ANTALYA
2015. Psikiyatri uzmanı ve psikoterapist Emine Filiz ULUHAN.
80. 80
ÇOCUKLAR, İMTİHAN VESİLESİ KILINAN
EMANETLERDİR
Hiçbir çocuğun 'sahibi' anne-babası olmadığı gibi yetiştirilmesi ve
sorumluluğu da anne-babasının eğitimi ve sorumluluğuyla sınırlı değildir.
İslam fıtratı üzerine yaratılıp, hiçbir şekle girmemiş tertemiz kalplere sahip
çocuklara, anne babaları şekil vermektedir. Temiz bir toprak gibidir
çocuklar, o temiz toprağa hangi tohum ekilirse onun mahsulü alınacaktır.
Dolayısıyla hangi mahsulün ekildiğine dikkat etmek zorundayız!
Ailenizi cehennemden koruyun!
Anne-babanın, çocukları üzerindeki en temel sorumluluğu onlara ilk olarak
imanı ve İslam'ı öğretmeleridir. Zira her Müslüman öncelikle emri altında
bulunanlardan mesuldür. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Hepiniz, bir
sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve
emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız!" [Müslim] "Çok
Müslüman evladı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gidecektir.
Çünkü bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyif sürmek hırsına
düşüp ve yalnız dünya işleri arkasından koşup, evlatlarına Müslümanlığı ve
Kur'an-ı Kerim'i öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da
benden uzaktır. Çocuklarına dinlerini öğretmeyenler cehenneme gidecektir."
[S. Ebediyye]
Çocuklarınıza günah işlettirmeyin!
Kendisine haram olan bir şeyi, çocuğuna yaptıran bir kimse yine haram
işlemiş olacaktır. Burada anlaşılması gereken şudur; elbette haram ve helale
dikkat eden hiçbir anne baba, doğrudan çocuklarına haram işlettirmez.
Burada dikkat edeceğimiz şey, farkında olmadığımız haram fiillerdir.
Çocuklarını kumara alıştıran, müstehcen yayınları izlemesine izin veren,
yalancılık ve hırsızlık gibi kötülüklere gitmesine sebep olan kimse günah
işlemiş olur. Lisedeki oğlunun spor tahmin oyunları oynamasına göz yuman
baba, evine aldığı dev ekran televizyonla çocuklarının kalbini ifsat etmeye yol
açarken bir dünya kötü hasleti yavaş yavaş çocuklarına aşılamış ve onların
haram işlemesine vesile olmuş olmaz mı? Tahrim Suresi'nde Âlemlerin Rabbi
olan Allah şöyle uyarmaktadır: "Kendinizi ve aile halkınızı cehennem
ateşinden koruyun." [Tahrim, 6] Elli- yüz senelik dünya hayatında
çocuklarına daire bırakabilmek için her şeyini feda edip, gece gündüz
koşturan baba, çocuklarının ebedi hayatını tehlikeye atıp atmadığına nasıl
dikkat etmez?
Çocuk psikolojisi göz önünde bulundurulmalıdır!
Çocuklardan sadır olan iyi hareketler övülmelidir. Ne zaman çocukta iyi bir
hareket görülürse, o hareket vesilesiyle çocuk takdir edilmeli ve
ödüllendirilmelidir. İnsanların yanında da bazen onu övmekte fayda
olacaktır. 'Amcası benim çocuğum böyle yaptı' diyerek çocuk iyiye teşvik
edilmelidir. Bir kabahat işler veya kötü bir söz söylerse birkaç defa
görmezlikten gelmeli, (onu yapma) dememeli, azarlamamalıdır. Sık sık
azarlanan çocuk, cesaretlenir, gizli yaptıklarını açıktan yapmaya başlar.
Yaptığı kötü işlerin zararı, kendisine tatlı dil ile anlatılmalı ve çocuk ikaz
81. 81
edilmelidir! Yapılan iş, dine aykırı ise işin zararı, fenalığı ve neticesi
anlatılarak, o kötü işe mâni olmalıdır. Baba, baba olduğunu, büyük
olduğunu hissettirmelidir! Anne, çocuğu babası ile korkutmalıdır!
Oyun oynamasına izin verin ki çocuk sıkılmasın
Çocuklar ve oyun başlığı ayrı bir dosya olarak incelenecek kadar önem
taşıyor. Bu asla görmezlikten gelinemez. Çocukların her gün bir müddet
oyun oynamalarına izin verilmelidir. Böylelikle çocuk sıkılmaktan ve
üzülmekten kurtulur. Sıkılmak ve üzülmekten kötü huy hâsıl olur ve bu
kalbi körleştirir. Anne- babanın çocuğuna her istediğini alması ve
çocuklarını bütün sıkıntıların uzağında lüks içinde yaşatması -yaygın olarak
bilinmektedir ki- uygun değildir. Böyle büyüyen çocukların, büyüyünce de
istedikleri her şeyi ele geçirmeye çalışabilecektirler.
Çocuk, helalle beslenmelidir!
Elbette yalnızca çocuk değil, anne-babalar da haramdan kaçmak ve helalle
beslenmek durumundadır. Allah'ın emri ve yasakları bu ölçüdedir zira.
Kendimiz helal yediğimiz gibi çocuklarımıza da helal yedirmeye büyük özen
göstermek zorundayız. Haramla beslenen çocuğun bedeni, necasetle
yoğrulmuş çamur gibi olur. Böyle çocuklar da pisliğe, kötülüğe meylederler.
Çocuğa israf etmemesini, kanaatkâr olmasını öğretmek gerekir. Bazen da
çocuk sade ekmek yemeğe alıştırılmalıdır. Çocuğun kötü yerlere gitmesine
mâni olmak hayati öneme sahiptir. Çocuk, kötülerin yanında ahlâksız,
yalancı, hırsız ve hayâsız olur. Baba ne devamlı asık suratlı durmalı ne de
çocukla fazla yüz göz olmalı, konuşmasının heybetini korumalıdır. Çocuğa
babasının malı ile rütbesi ile övünmemesi tembih edilmelidir! Tevazu sahibi
ve kibar olması öğretilmelidir! Başkalarından bir şey almanın zillet olduğu,
veren elin alan elden üstünlüğü bildirilmelidir! Cimriliğin çirkinliği
öğretilmelidir! Başkalarının yanında edepli oturması, ayak ayaküstüne
atmaması, laubali hareketlerden uzak durması telkin edilmelidir!
Çok konuşmak, kalbi öldürür!
Fazla konuşmaktan çocuğu men etmelidir! Fazla konuşmanın hayâsızlığa yol
açtığı, çenesi düşüklüğün kötülüğü belirtilmelidir! Çocuk nasıl olsa
konuşmasını öğrenecektir. Maksat, ona icap edince susmasını ve büyüklerin
sözünü dinlemesini öğretmektir. Doğru da olsa, çokça yemin etmesine izin
vermemelidir! Vara yoğa yemin, kötü bir alışkanlıktır. Büyüklere hürmetin,
yerini onlara vermenin ve herkesle iyi geçinmenin önemi anlatılmalıdır.
Çocuklar anne ve babalarına Allah'ın imtihan vesilesi olarak verdiği
emanetlerdir. Hiçbir çocuğun 'sahibi' anne-babası olmadığı gibi yetiştirilmesi
ve sorumluluğu da anne-babasıyla sınırlı değildir. İslam fıtratı üzerine
yaratılıp, hiçbir şekle girmemiş tertemiz kalplere sahip çocuklara, anne
babaları şekil vermektedir. Temiz bir toprak gibidir çocuklar, o temiz toprağa
hangi tohum ekilirse onun mahsulü alınacaktır.
Namaz, küçükken öğretilmelidir!
Öncelikle şunu belirtmek gerekir; 'o daha küçük, büyüyünce başlar'
düşüncesi problemli bir düşüncedir. Büyüyünce namaz kılmak zor gelmesin
diye çocuklar, daha küçükken namaza alıştırılmalıdır. "Kılacaksın,
82. 82
kılmazsan dayağı yersin" gibi Peygamberi ahlaka uymayan yakışıksız
cümleler yerine, sevgi dolu ama özellikle açıklayıcı ve ikna edici cümlelerle
namazı çocuklarımıza anlatmak durumundayız.
İslam'ın getirdiği esaslar, İslami bir dilden şaşmadan çocuğun da
anlayabileceği bir dilde anlatılmalıdır. Yaptığı işleri, adet olarak değil farkına
vararak ve şuurla yapması gerektiğinin öğretilmesi gibi çocukları ikna edici
cümlelere kurmak gerekir. Sözgelimi, yemek yiyor olmamızın asıl
maksadının, kulun Rabbine ibadet etmesi, vatanına ve milletine faydalı
hizmetlerde bulunması ve bütün insanların saadeti için çalışması olduğu
öğretilmelidir. Dünyada bulunmamızın ve yaşıyor olmamızın gerekçesinin,
ahiret için azık toplama olduğunu çocuklarımıza iyice kavratmak
durumundayız.
Peygambere ümmet yetiştirmek!
Allah'ın bir emaneti olan çocuklarla ilgili ilk vazife ve görevimiz, onları her
şeyin sahibi olan Âlemlerin Rabbi Allah'ın rızası doğrultusunda
yetiştirmektir. Her Müslüman'ın ilk vazifesi, kız olsun erkek olsun,
çocuklarına İslam'ı öğretmektir. İslam'ı öğretmek, İslam'ı bir bilgi kaynağı
olarak onlara ezberlettirmek demek değildir. Haram ve helallere riayet
etmeyen ama bütün bunları öğrenen çocuklara, ebeveyni İslam'ı aktarmış
sayılmayacaktır. Bir hayat nizamı olarak İslam'ın çocuklara öğretilmesi, o
nizamın ilk elden önce anne-babada vücut bulmasıyla mümkündür. Dört
koldan ailemize yapılan saldırılara karşı önlem almadan, İslam bir hayat
nizamı olarak ev içerisinde yaşanılamayacaktır.
Çocuk dövülemez!
Çocukları, iyilik adına dövmek diye bir şeyin varlığı söz konusu değildir.
Çocuklara güzelliği çirkin bir fiille dayatmak mümkün müdür? Elbette
değildir. "Ama sözümüzü dinlemiyor" yeterli bir gerekçe değildir. Ne kadar
uğraşıldığı ve ne kadar ikna edilmeye çalışıldığı önemlidir. Terbiyede dayak
olmaz.
1- Çocuğu dövmek, ahlâkının bozulmasına yol açar.
2- Devamlı dayak yiyerek büyüyen çocuğun esnekliği kalmaz, katı olur.
3- Dövülmek, çocukta anne-babaya karşı kızgınlığa yol açar. Çocuk kendi
yaptığının kötü bir şey olduğunu düşünmez, kendini suçlu görmez, kendini
döveni suçlar.
4- Dövülen çocuk, kızdığı zaman, o da şiddete başvurur, bir başkasını döver.
Böylece dayak vicdanlı olmaya değil, saldırganlığa sebep olur.
5- Uzmanların ciddi bir kısmının da belirttiği gibi sözden anlayacak yaştaki
çocuğa dayak atılmaz. Sözden anlamayan çocuğa ise -çok gerekliyse- hafifçe
vurmak yeter. Başa, yüze tokat atmak, sopa ile dövmek asla Peygamber
ahlakıyla bağdaşmaz.
83. 83
Sosyal etkinlik ahlakı da tamamlar
Spor yarışmaları düzenlemek, çocuğun bedensel yapısının oluşturulmasında
ve geliştirilmesinde oldukça etkili bir yoldur. Bu yol, çocuğun kendi fizik
yapısına, oyun ve spora gereken ihtimamı göstermesine destek
verir Peygamber (s.a.v), amcası Abbas oğullarının çocukları arasında koşu
yarışı düzenlemiş ve yarışı kazanan çocuğa kucağını açıp, çocuğu sevmişti.
Allah Resulü'nün uygulamalarından öğrendiğimiz kadarıyla, çocukların oyun
oynamasına izin verilmesi hatta onların bu maksatla teşvik edilmesi
gerekmektedir. Bu etkinlikler, çocukların sosyal zekâlarını ve karakterlerini
geliştirecektir. Burada da anne babaya düşen, çocuklarının helal ve haram
dairesinde kalıp kalmadıklarını takip etmek ve onları güzele yönlendirmektir.
'Onlar benim dünya fesleğenlerimdir'
Ebu Eyyûb Ensârî (ra) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v)'in yanına girmiştim.
Hasan ile Hüseyin Hz. Peygamber'in önünde ya da kucağında oynuyorlardı.
Ben: 'Onları seviyor musun ya Resûlullah?' dedim. Bunun üzerine O: 'Nasıl
sevmem onları? Onlar benim dünya fesleğenlerimdir; onları koklarım'
buyurdu. [Taberani]
'Ne güzel atlıdır onlar'
Ömer bin Hattab (ra) şöyle anlatmıştır: Hasan ile Hüseyin'i Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'in iki omzunda gördüm. Ben: 'Altınızdaki at ne
güzel' dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): 'Ne güzel atlıdır onlar'
buyurdu. [Heysemi]
Resûlullah, izin veriyor!
HZ. Aişe Validemiz şöyle anlatıyor: Habeşliler mescidde oynuyorlardı.
Resûlullah (s.a.v.), bana perde oldu da onların oyunlarına bakıp seyrettim.
Böylece seyretmeye devam ettim. Nihayet bakmaktan ayrılan ben oldum.
Oyun ve eğlenceye düşkün genç yaştaki bir kızın bunu ne ölçüde arzu
edeceğini artık siz takdir edin! [Buhari, Müslim, Nesai]
Resûlullah, torunu ile gülüşüyor!
RESÛLULLAH (s.a.v.), muhtelif yerlerde çocukların oyun oynadığını görmüş
ve onları yadırgamamıştır. Cabir (ra) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) ile
beraberdik. Derken bir yemeğe davet edildik. Giderken Hüseyin'in çocuklarla
birlikte yolda oynadığını gördük. Allah Resûlü hemen insanların önüne geçti.
Sonra (Hüseyin'i kucaklamak için) kollarını açtı. Çocuk ise yakalanmamak
için şuraya buraya kaçmaya başladı. O esnada Resûlullah (s.a.v.), çocukla
gülüşüyordu. Nihayet onu yakaladı ve bir elini çocuğun çenesinin altına
diğer elini de ensesine koydu. Çocuğa sarılarak öptü ve şöyle dedi: "Hüseyin
bendendir, ben de ondanım. Kim onu severse Allah da onu sevsin. Hasan ile
Hüseyin torunlardan iki torundur." [Ahmet bin Hanbel]
84. 84
BABACIĞIM BİR SAATİNİ ALABİLİR MİYİM?
Adam yorgun argın eve döndüğünde beş yaşındaki oğlunu kapının önünde
kendisini beklerken buldu. Çocuk babasına, saatte ne kadar para
kazandığını sordu. Zaten yorgun gelen adam, oğluna:
"Bu senin işin değil" diyerek karşılık verdi. Çocuk dayattı: "Babacığım lütfen
bilmek istiyorum" dedi. Adam, "Bu kadar çok bilmek istiyorsan söyleyeyim"
dedi, "saatte 20 dolar kazanıyorum."
Bunun üzerine çocuk, babasından bir istekte bulundu: "Peki Babacığım,
bana 10 dolar borç verir misin?" dedi. Adam, daha çok sinirlendi: "Benim
senin saçma oyuncaklarına ya da benzeri şeylerine ayıracak param yok"
dedi. "Hadi derhal odana git ve kapını kapat." Çocuk sessizce odasına çıkıp,
kapısını kapattıktan sonra, adam sinirli sinirli düşünmeye başladı: "Bu
çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?" dedi kendi kedine. Aradan bir saat
geçmiş, adam biraz daha sakinleşmişti. Çocuğuna, parayı neden istediğini
bile sormadığı geldi aklına. Yukarıya, çocuğun odasına çıktı ve yatağında
uzanan Çocuğuna, uyuyup uyumadığı sordu. "Hayır uyumuyorum" diye
yanıtladı çocuk. Adam, çocuğundan özür diledi: "Sana az önce sert
davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim,
yorgundum" dedi. Ve elindeki parayı uzattı: "Al bakalım istediğin 10 doları."
Çocuk sevinçle haykırdı: "Teşekkürler Babacığım" dedi ve yastığının altında
sakladığı buruşuk paraları çıkardı, elindeki parayla birleştirdi, tümünü tane
tane saymaya başladı. Oğlunun yastık altından para çıkarıp saydığını gören
adam, yine sinirlendi: "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?"
diye bağırdı, "benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak zamanım yok."
Çocuk, babasının bağırmasına aldırmadı bile: "Fakat yeterince param yoktu
ki... Ancak şimdi tamamlayabildim" dedi ve elindeki paraların tümünü
babasına uzattı. "İşte sana 20 dolar, Babacığım" dedi, "şimdi bir saatini
alabilir miyim?"
Acaba çevremizdekilere, en yakınımızdakilere ne kadar vakit ayırıyoruz.
Ayırmak lazım.
Allaha emanet olun... Alıntıdır…
85. 85
ÇOCUĞUNUZLA İŞ BİRLİĞİ YAPMANIN YOLU
Günümüzde çoğu anne baba, evlatlarıyla iş birliği yapmayı bilmiyor. Ya fazla
baskıcı ya da lüzumsuz anlayışlı davranışlar sergiliyorlar. Oysa minik
ipuçlarını ile istediğiniz gibi kaliteli çocuklar yetiştirmeniz mümkün:
Çocuklar… alemdirler doğrusu. Aynı anda iki şey nasıl olabiliyorlar
şaşıyorum. Hem dünyanın en vazgeçilmez neşe kaynağı hem de insanı
çıldırtabilecek potansiyele sahip yaramaz yumurcakları.
Onlarla iş birliği yaptınız, yaptınız. Aksi halde ellerinde oyuncak olmaktan
öteye geçmeyen bir hayat yaşamaya mahkûmsunuzdur sevgili okurlar.
Çocuklarla iş birliği yapabilmemiz son derece önemlidir. Günümüz
anne/babaları evlatlarıyla iş birliği yapmayı bilmiyor maalesef. Ya gereğinden
fazla baskıcı ya da lüzumsuz düzeyde anlayışlı davranışlar sergiliyorlar.
Oysa minik ipuçlarını yakalayarak istediğiniz gibi kaliteli çocuklar
yetiştirmeniz mümkün.
Hep iyi olmalarını umuyoruz. Kızıyoruz, anlatıyoruz, tehditler savuruyoruz,
olmadı yalvarıyoruz. Bozuntuya vermeden rüşvetler teklif ediyoruz. Yine
olmadı kendi geçmişimizden muhteşem(!) örnekler veriyoruz. Yine tık yok!
Ufak ufak kızmaya başlıyoruz. Üslubumuzu hakarete vardırıyoruz. Maalesef
sonuç aynı… ona ulaşamıyoruz.
Yaş özellikleri ve gelişim süreçleri göz önüne alınacak olursa, farklı
yöntemler kullanmanız gerekiyor. Ama ortalama her çocuğun en sevdiği
durumları sıralayayım dilerseniz:
Mümkün olduğunca açık/net ve en önemlisi kısa konuşun.
Söylemek istediğiniz şeyi, gerçekten söyleyin. Yani aklımızdaki başka,
ağzımızdan çıkan başka olmasın. Bu milletçe yaptığımız tipik bir hata. Hatta
siyasiler bile yapıyor, ardından o meşhur ifadeyle durumu kurtarmaya
çalışıyorlar malum: “Maksadını aşan bir ifade oldu”
Çocuğunuzun yaşına uygun olarak –ki bunun için her yaşın gelişim
aşamaları hakkında bir fikriniz olmalı- seçenekler sunun. “Yerine koymadan
kaybedemezsin.” ilkesi gereği, vazgeçirtmek istediğiniz durumun yerine
koyabileceği seçenekleri olmalı. Kumandayı elinden bırakmıyorsa, daha iyi
bir seçenekle yaklaşmalısınız. Kuru kuruya “Bırak onu!” emri işe yaramıyor
çünkü biliyorsunuz değil mi?
Yaşam için yaşa uygun ilkeler ve aile içi kurallar koyun. Uyulmasını
sağlayın.
Zor durumların üstesinden gelebilmek için espri/nükte kullanın. Çok işe
yarıyor, deneyin.
Yaptığı güzel davranışların ödülü, olumsuzlukların cezası hakkından fikir
edinmesini sağlayın.
86. 86
Evde kimin patron olduğunu anlamalarını sağlayın. Kusura bakmasınlar
ama anne/babaysak, iki gömlek öndeyiz. Bu durumu bilmeleri gerekir. Aksi
halde bizimle yarışmaya başlıyorlar ve kim kimin anne/babası roller
karışıyor.
Aslına bakarsanız zor değil… çocuklarla iş birliği yapmak, yetişkinlerle
işbirliği yapmaktan çok daha kolay. Yeter ki nasıl yapacağınızı bilin.
Uygulamaya çalışın okuduklarınızı. Baktınız olmuyor bana söyleyin. Evinize
gelir (İstanbul’da yaşayanlar için söylüyorum tabii ki), yaşam alanınızı görür,
ilişkilerinizi düzenlemenizde yardımcı olurum merak etmeyin J
Bugün biz onlarla iş birliği yapmazsak, yapmayı beceremezsek, çocuklarımız
iş birliğine açık düşünce süreçleriyle büyümüyor. Baskıcı, yayılmacı,
fırsatçı…vs. her türlü arızalı yolu öğreniyor; ama iş birliği fikrine kapatıyor
kendisini. Ardından büyüyor. Yaşadığı ülkede çeşitli önemli kademelerde
göreve geliyor. Ama kendisiyle bağlantılı diğer birimlerle iş birliği yapmayı
bilmediği için olan biz vatandaşa oluyor.
Sevgili anne/babalar… lütfen çocuklarınızı çookk iyi yetiştirin! Şikâyet
ettiğimiz herkesin çocukluğuna gitme şansımız olsa, kim bilir orada ne tür
çocuk yetiştirme sahneleriyle karşılaşırdık!
Dn. Psikolog&Psikoterapist Mehtap Kayaoğlu
[email protected]
87. 87
İLKÖĞRETİM İLK KADEME YAŞ DÖNEMİ
Okul çağı, çocuğun aile yuvasından çıkıp dış dünyaya açıldığı toplumsal
çevreye iyice karıştığı çağdır. Bu yaşa kadar kızlar tutum ve davranışlarını
genellikle anne ile erkekler ise baba ile kurdukları özdeşim sonucu
kazanmışlardır. Fakat okula başlamayla birlikte öğretmen davranışları da bu
dönem çocuklarının davranışlarının şekillenmesinde etkili olmaktadır. Bu
nedenle anne-baba ve öğretmen, model olduğunu asla unutmamalıdır.
Çocukta iyiyle kötüyü, doğru ile yanlışı seçme yeteneği yani üst benlik
gelişmiştir. Çocuğun bağımlılığı azaldığından annesi, dünyasının ekseni
olmaktan çıkmıştır. Bütün gününü anneden ayrı olarak ya dışarıda oyunda
ya da okulda geçirebilir.
Duygusal gelişimi
Bu dönemdeki çocukların en önemli duygusal ihtiyaçları sevilmek,
beğenilmek, değer verilmektir. Anne, baba, öğretmen tarafından ne kadar ilgi
ve şefkatle muamele görürlerse, ruh sağlıkları o kadar yerinde olur. İlgi
merkezi olma ve başarılı olma isteği kuvvetlidir. Gerçek başarılar elde
edemezlerse, hayali başarılarla övündükleri görülür. Duygusal halleri çabuk
değişir. Bu dönemde korku, öfke, kıskançlık, neşe, sevgi gibi duygular bir
çocuğun gününü birbiri ardına doldurabilir. Gündüzleri birkaç saat yalnız
kalabilirler. Çok çabuk motive olurlar, aynı oranda kendilerini çok çabuk
beceriksiz olarak algılayabilirler. Her şeyin hepsini isterler. Paylaşmaktan
kaçınırlar. Kendine verilen cezalara tepki gösterirler. Bencil ve kavgacı
olabilirler. Bir şeye kızdığı zaman hemen tepki verirler. Çok köklü kararlar
verip, bunları uygulamaktan birden vazgeçebilirler.
İlgileri
Temsil oyunlarına, hayvanlara, şarkılı temsillere ilgi devam eder. Kızlar;
büyükler gibi giyinmeye, evcilik oynamaya Erkekler; şoförlük, pilotluk,
askerlik gibi oyunlar oynamaya yönelirler. Böceklere ve diğer hayvanlara ilgi
görülür. Küçük alışverişler ve ev işleri yapabilirler. Bir enstrüman
çalabilirler. Uzunca süre sessiz oturabilirler. Yani kendisiyle gerçek
nitelikte, birlikte eğitim uygulamaları yapabilecek bir çağa
gelmişlerdir. Boyamasını istediğiniz bir şeyi dışına taşırmadan
boyayabilirler. Yazı yazarken satırlara dikkat ederler. Gözetmen eşliğinde
yüzebilirler, takım sporlarında kurallara uyabilirler. Bedenen hayli
hareketlidirler. Yuvarlanmaktan, güreş etmekten, toprak ve kumla oynayıp,
çukur kazmaktan hayli hoşlanırlar.
Dil gelişimi
Bu dönemde dil çok zenginleşir. Çocuk, çok fazla kelime öğrenir. Çocuğun
sessiz okuması, sesli okumasına nazaran daha hızlıdır. Çocuk, bu çağın
sonuna doğru yabancı dil öğrenmeye hazır hale gelir. Bu yaş çocukları
konuşmaya, tekrarlamaya çok meraklıdırlar. Yazmaya ilgi ve merakları daha
azdır.
6-7 yaş dönemi zihinsel gelişimi
Bu çağda çocuğun zihin gücü ve belleği bir hayli gelişir. Çocukta somut
düşünce tarzı hâkimdir. Duyguları ile düşünür. Gözlemler ve deneyler
88. 88
sonucu birtakım hükümler verebilir. Bu dönemde "Toptan görüş" hâkimdir.
Bu nedenle, okumayı öğretmek için harflerden başlamak yerine, çocuk için
anlamlı olan cümle ve kelimelerden başlamak daha uygundur. His ve
heyecanlarının etkisinde kalarak yargılara varırlar. Olayları objektif olarak
eleştiremezler. Sık sık kendilerini överler ancak bu dönemin sonunda kendi
kusurlarını görmeye başlar ve eleştirirler. Zamanı ayarlayamaz, ilerisi için
plan yapamazlar. Sayıları kavramaya başlarlar. Basit toplama- çıkarma
hesapları yapabilirler. Söylenenleri dikkatle dinlerler, dikkat süreleri
oldukça uzamış durumdadır.
Ahlaki gelişimi
Bu dönemdeki çocukların iyilik ve kötülük kavramları, ana- babanın
beğendiği ve beğenmediği davranışları ile ilgili olarak değişir. Davranışlarının
büyükler tarafından beğenilmesine önem verirler. Kusurlu görünmek onları
endişelendirir. Suçlanmak, eleştirilmek istemezler. "Başkalarına zarar
vermek kötüdür" gibi genel değer yargılarına varabilirler. Bu nedenle, bu
dönemdeki çocuklara hangi davranışların iyi veya kötü olduğunu tanıtmak
faydalıdır. Şikâyet etmeyi çok severler. Bu, onların ahlaki gelişimde kuralları
katı bir biçimde algılamalarından ve davranışın altındaki niyeti henüz daha
algılamamalarından kaynaklanır.
Aile ilişkileri
Aile büyüklerine karşı tavır takınırlar, yaramazlık yaparlar. Bazen de saygılı
olurlar. Bu dönemdeki çocukta, çoğu zaman kişiliğini gösterme, bağımsız
olabilme çabasıyla inatçılık, dik başlılık, itaatsizlik olabilir. Büyüklerinin her
şeyi daha iyi bildikleri ve yaptıklarını düşünürler. Ana- babasını ve
öğretmenlerini kendisine örnek seçerler. Kendini beğendirmek için elinden
geleni yapar. Okulda günün önemli bir kısmının geçirilmesine rağmen,
çocuğun ana- baba sevgi ve ilgisine ihtiyacı çok kuvvetlidir. Çok görülen
şikâyet olayı, çok kere öğretmenin ilgisini çekmek için yapılır. Tenkitler
çocuklarda çok büyük etki yapar. Alay ve şakalardan alınırlar.
Arkadaş ilişkileri
Bu yaştaki çocuklar, grup halinde oyun oynayabilirler. Arkadaşlıkları kısa
sürelidir. Genellikle yakın arkadaşlarını kendi cinslerinden seçerler. Fakir -
zengin ayrılığı gözetmezler. Fakat başka sınıf, okul ve çocuklarına karşı
cephe alırlar. Giyim, konuşma, zevk bakımından çocuk, arkadaşlarını taklit
eder ve bu konularda rekabete girerler. Sosyal yönden saygınlık kazanmak
amacıyla güç gösterimine girerler. Eşya ve aileleriyle övündükleri
görülür. Arkadaşları önem kazanır. Grubun menfaati uğruna kendi
ihtiyaçlarını erteleyebilirler. İçinde bulundukları grupta prim yapan
davranışları fark edip benimseyebilirler kavgaları, münakaşaları sık sık olur.
Bu yaşlarda erkek çocukların fiziksel saldırganlığı, kız çocukların ise sözel
saldırganlığı daha çok olur. Yabancı çevreye uyum sağlayabilirler. Alıntıdır
89. 89
ÖZGÜVEN YIKAN AİLE TİPLERİNİ TANIYALIM
Çocuklarda özgüveni zedeleyen, yıkan ya da gelişimini engelleyen çeşitli aile
modellerine ve yaklaşımlarını biliyor musunuz? Fertlerinin özgüvenlerini
yıkan aile tipleri bakın nasıl özelliklere sahip ve nasıl tanımlanıyor?
Özgüvenin çocukların kendini ifade edebilmesi, hakkını savunabilmesi için
gerekli olduğunu önceki yazılarımızda belirtmiştik. Bir çocuğun özgüvenli
yetişmesi için neler yapılması gerektiğinden de bahsetmiştik. Bu gün
çocuklarda özgüveni zedeleyen, yıkan ya da gelişimini engelleyen çeşitli aile
modellerine ve yaklaşımlarına değineceğiz.
Koruyucu Aile
Bizim kültürümüzde en çok görünen ve çocuklarda özgüven gelişimini
zedeleyen aile tipi koruyucu ailedir. Bu tarz ailelerde çocuklar aşırı derecede
sevilirler. Bu sevginin neticesi olarak özellikle anneler çocuğunun her işini
kendisi yapar. Yemeğini yedirir, odasını toplar, ayakkabısını giydirir,
çantasını hazırlar, yatağını yapar. Hatta bazı ailelerde bu ilişki daha da ileri
gider, çocuğun çorabını annesi giydirir, dişini annesi fırçalar, ödevini bile
annesi-babası yapar. Her işi anne- babası tarafından yapılan bu çocuklar,
kendi başlarına bir iş yapamayacaklarını düşünürler. Anneye bağlı bir kişilik
geliştirirler. Komşu ziyaretlerinde annenin dizinini dibinden ayrılmaz, bir
yabancı karşısında başlarını öne eğip öylece beklerler. Bu aileler çocukların
kendi işlerini kendilerinin yapmasına fırsat vermeli ve onları
cesaretlendirmelidir.
Mükemmeliyetçi Aile
Bazı aileler ise aşırı mükemmeliyetçidir. Bu ailelerde, çocuk ne yaparsa
yapsın aileyi memnun edemez. Çocuk odasını kendi çapında toplar ama
anne, “Bu nasıl oda toplama, hala yerlerde bir sürü oyuncak var” der. Çocuk
yazılıdan 80 alır, anne-baba “Neden 100 almadın?” diye çocuğu sorgular.
Çocuk, yemeğini doğal olarak biraz dökerek yer, anne-baba “Yemek yemeyi
bile bilmiyorsun.” der. Bu ailenin çocukları bir türlü anne-babalarını
memnun edemezler. Çünkü anne-baba daima mükemmeli ister, mükemmel
ise bir çocuk için çok zordur. Bunun sonucu olarak da bu ailelerin çocukları
devamlı eleştirilirler. Böyle bir eleştiri ortamında büyüyen çocuk yeteneksiz
ve beceriksiz olduğunu düşünür. Biz mükemmel değiliz ki, çocuklarımızı
mükemmel için zorlayalım.
Baskıcı Aile
Bu ailelerde çocuğun pek söz hakkı yoktur. “Sus bakalım, sen ne bilirsin?”
“Geç odana sesini çıkarma” gibi sözlerle çocukların kendini ifade etmeleri,
hakkını savunmaları engellenir. Anne-baba aşırı serttir. Her şey sertlikle ve
katı kurallarla çözülmeye çalışılır. Sık sık şiddete başvurulur. Çocuk bu aile
ortamında düşüncelerini ifade etmekten korkar. Çünkü anne-babasının aşırı
sert tepki vereceğini ya da onun söyledikleri ile dalga geçeceğini düşünür. Bu
ailede sindirilen ve susturulan çocuk, toplum içine çıktığında da kendini
90. 90
ifade etmekten çekinir, korkar. Olayları sadece korku ile çözmek yanlıştır,
korku bir eğitim aracı olabileceği gibi sevgi de bir eğitim aracıdır.
Kıyaslayan Aile
Bazı anne-babalar sürekli çocuklarını bir başkası ile kıyaslarlar. Çocuğun
temizliği, uykusu, notları, boyu, resimleri, yürümesi, yemek yemesi ya
kardeşi ya da komşunun bir başka çocuğu ile kıyaslanır. Bu kıyaslanma
neticesinde çocuk başarısız ve beceriksiz gösterilmiş olur. Yetenekli olmadığı
ona ima edilmiş olur. Daima kıyaslayacak iyi birileri bulunduğundan bu
çocuklar bir türlü kendilerini başarılı hissedemezler ve kendilerine olan
olumlu algıları ve saygıları düşer. Hâlbuki her çocuk özeldir ve sadece
kendisi ile kıyaslanabilir.
Sevgi Göstermeyen Aile
Çocuklara aşırı sevgi gösteren aileler olduğu gibi hiç sevgi göstermeyen,
hatta bunu yanlış olarak kabul eden aileler de vardır. Özellikle geçmiş
yıllarda, çocuğu kucağa almak, bir başkasının yanında sevip öpmek ayıp
sayılmıştır. Bu geleneğin kısmen devam ettiği yerler vardır. İşte, sevginin
kalbe gömüldüğü ve ifade edilmediği ailelerde çocuklar sevilmediğini
düşünürler. Sevildiğini görmeyen ve hissetmeyen çocukların ise genelde
özgüvenleri ve kendilerine yönelik olumlu algıları düşük olur. “Beni kimse
sevmiyor, çünkü ben sevilmeye layık değilim” düşüncesini geliştirirler. Bu
nedenle sevgimizi ölçüsünde ifade etmekte fayda vardır.
Önümüzdeki hafta çocuğa aşırı özgüven aşılayan, yanlış yaklaşımlara
değineceğiz. Çünkü her şeyde olduğu gibi özgüvenin de fazlalığı zarardır.
Psikolojik Danışman- Pedagog Mehmet Teber – Haber 7
91. 91
EY EVLAT DİNLE NASİHATİMİ
Ey evlat!.. Bak dinle şu nasihatimi:
Kötülüklere duçar eyleme hayatını.
Ey evlat!..
Tarlayı bir yıl öncesinden nadasa bıraktın. Yağmur yağdı, toprak suya
doydu. Sen, sapanı aldın, tarlaya daldın; tarlayı sürdün. Yabani otlardan
ayıkladın. Suladın. Ürün, boy verdi. Biçtin. Harmana getirdin. İstediğin
mahsulü alamaz isen;
Harman utansın!...
Ey evlat!..
Atını yetiştirdin. Kılıcını kuşandın. Er meydanına inmek için yola koyuldun.
Yollar sarp yokuş ve kayalık. Bin bir çile ve ızdırap var. Yılmadın, yıkılmadın.
Meydana, inmek için var gücünle mücadele ettin. Mücadele etmek için
indiğin alan dar gelmiş ise;
Meydan utansın!...
Ey Evlat!..
Hakk için halk için mücadeleye koyuldun. Olanca gücünle mücadele ettin.
Ancak, bir takım hainler çıkarak seni bu kutsal davandan alıkoymak
istemelerine rağmen mücadele neticesinde zafer senle vuslat bulmuyorsa;
Zafer utansın!..
Ey Evlat!...
Mevki sahibi oldun. Herkes senin önünde el pençe divan duruyor. Sen
kimseyi takmıyorsun. Makamı daim sanıyor, yalancı dünya malına tema
ediyorsun. Bu çirkinliği gözün görmüyorsa;
Gönül gözün utansın!..
Ey Evlatl!...
Naziksin. Güzelsin. Kibarsın. Şıvgın gibi delikanlısın. İkbal sahibisin. Mevkie
yakınsın. Kalbin güzel. Fikirlerin muhteşem. Ancak, zaman zaman kalp
kırıyor, azar ediyorsun. Buna da senin sözlerin neden oluyorsa;
Dil utansın!...
Ey Evlat!..
Elin kalem tutuyor. Yazı yazıyorsun. Yazdığın yazılardan birileri rahatsız
oluyor. Parasının gücünü konuşturuyor. Adalete etki ediyor. Sen ise, ‘Allah’a
güvenip, şekvaya düşmüyorsun’ Buna rağmen mağlupsan;
Adalet utansın!...
Ey Evlat!..
Gayret ediyorsun. Çalışıyorsun. Rızkını kazanıyorsun. Evinin iaşesini
92. 92
sağlıyorsun. Ancak seni bu güzel hasletlerden mahrum edip, seni senden
almak istiyorlar. Dayanıyorsun. Ancak buna rağmen seni çaresiz
bırakıyorlarsa;
Derman utansın!..
Ey Evlat!..
Korku, senden kaçarsa şahsiyete erersin. Üzerinde hiç kimsenin hakkı
yoksa, hakikate erersin. Böyle olmana rağmen, şefkat gemileri fırtınalı
günlerde insaf limanlarına sokulmuyor ise, hiç hayıflanma;
Liman utansın!..
Ey Evlat!...
Sen eşref-i mahlukatsın. Dünya seni aldatmasın. Yüreğin külhan, nefsin
ziyan olsun. Hak yolunda yok olmaktan sakın geri kalma. Bu yolda her
şeyini vermeye hazır ol. Ancak kadrin kıymetin bilinmez ise, bırak
bilinmesin;
Külhan utansın!..
Ey Evlat!..
Bilirim derdin çoktur. Yarana merhem olmakta aciz kaldım. Benim bu
tavsiyelerim kulağına küpe olsun. Doğru bildiğin yolda tek başına da kalsan,
arkana bakmadan yürü…
Seni güzele ulaştırmayan yol utansın!..
Ey Evlat!...
Doğdun. Büyüdün. Herkese iyilik yaptın. Kimsenin hakkında hak iddia
etmedin. Ruhunu Rahman’a teslim ettin. Senin için ‘Nasıl bilirsiniz’
dediklerinde, art niyetli birileri çıkıp ‘iyi değil’ derse…
Musalla taşı utansın!...
Ey Evlat!...
Dik dur. Dik yaşa… Mütevazılıkta, eğil ki, yerler alnından öpsün.
Mücadelen, Hakk için olsun. Yollar, sana dar geliyorsa, “kader” de, yoluna
devam et.
Sana geçit vermeyen yollar utansın!...
YOLUN AÇIK OLSUN EVLAT!...
Yazan: Mustafa Eranil
93. 93
ÇOCUKLARINIZI KUZU GİBİ YETİŞTİRMEYİN
Bostan ve Gülistan’ın yazarı Sadi-i Şirazi’ye ait olan bir söz okudum:
Çocuklarınızı kuzu gibi yetiştirirseniz, koyun gibi güdülürler.
Günümüzde birçok anne-baba, çocuklarının özgüven ve sorumluluk sahibi
olmadığından şikâyetçi. Hakkını savunamayan, doğru bildiğini
söyleyemeyen, bir toplum içine girdiğinde çekingen davranan, marketten
yanlış aldığı bir ürünü değiştirmekten aciz, odasını toplamayan, ödevlerini
kendi başına yapmayan çocuklar, günümüzde çok karşılaştığımız çocuk
tipleri.
Bu ve bundan sonraki yazı dizimde çocuklarda özgüvenin ve sorumluluğun
nasıl kazandırılması gerektiğine değineceğim. Çünkü özgüven ve sorumluluk
sorununu çözdüğümüzde, özgüven sahibi ve sorumluluk alan bireyler
yetiştirdiğimizde hem aileler daha mutlu olacak hem de bu bireyler ileride
devletlerine ve milletlerine önemli katkılar sağlayabilecekler.
Özgüven konusuna girizgâh yapmadan önce kendi hayatımdan bazı
paylaşımlarda bulunmak istiyorum. Ben de birçok Türk çocuğu gibi
koruyucu bir ailede büyüdüm. Evin de ilk çocuğuydum. Haliyle
seviliyordum. Ekmeğimi annem dürüp elime veriyor, ayakkabılarımı o
giydiriyordu. Okul çantamı zaten annem hazırlıyordu. Annem ve babam,
benim adıma neredeyse her işi yapıyordu. Böyle bir ortamda büyüdüm ben.
Çekingen, sınıfta pek de söz almayan ama aynı zamanda çalışkan da bir
öğrenciydim.
Sanırım ilkokulun sonlarıydı. İzmit’te Yeni Cuma Parkı’nda oturuyordum.
Dershaneden çıkmıştım. Aklıma ayakkabımı boyatmak düşüncesi geldi.
Oradaki boyacılardan birini çağırdım. Çağırdığım çocuk benim
yaşlarımdaydı. Ayakkabımı güzelce boyadı. Bittiğinde ona boya ücretini
sordum. Şimdinin parasıyla 10 TL gibi bir fiyat söyledi. Hâlbuki o zamanlar
ederi belki sadece 1 TL idi. Ben o çocuğa “Neden bu fiyat?” diyemedim.
Sadece “10 lira mı?” dedim yeniden. Hakkımı arayamadım. Onunla pazarlık
yapamadım. Cebimdeki tüm paramı o çocuğa vermek zorunda kaldım.
Neden mi? Tabi ki özgüven sahibi olamadığım için.
Kuzu Yetiştirmek
Üniversite yıllarıma geldiğimde, üzerimdeki bu ölü toprağını ancak
atabildim. Bunda üniversitemin ve hocalarım katkısı çok fazla. Hepsinin
ellerinden hürmetle öpüyorum. Beni sürekli grup projelerinden görevlendiren
ve neredeyse her hafta sınıfın karşısında sunu yaptıran eğitim sistemi
sayesinde özgüvenim dirilmeye başladı.
Yine bu yıllarda bir derginin arka kapak sayfasında meşhur Bostan ve
Gülistan’ın yazarı Sadi-i Şirazi’ye ait olan bir söz okudum: Çocuklarınızı
kuzu gibi yetiştirirseniz, koyun gibi güdülürler.
94. 94
Bu söz beni çok etkiledi. Belki de o an, hayatımdaki kırılma noktalarından
birisiydi. Anladım ki, annem-babam o tertemiz olan niyetleri ve
büyüklerinden elde ettikleri tecrübeler çerçevesinde beni kuzu gibi
yetiştirmişlerdi. Zaten bizim kültürümüzde kuzuluk keçiliğe evla değil midir?
Kuzuluk pekiştirilirken, keçilik yerilmez mi? Bu şekilde özenle yetiştirilen
kuzucukları (evde aslandırlar da sadece dışarıda kuzu olurlar) hayatının
çeşitli dönemlerinde boyacılar da güder, simitçiler de. Hele ergenlik
döneminde gençlerin etrafı kuzu avcısı kötü şer odaklarıyla dolar. Kimi
kuzuları kendi safına alıp sapkın düşünceleri onlara aşılar, kimisi de madde
bağımlısı yapar. Kimi bu kuzucukları fuhşa, kimisi ise suça sürükler.
İşte, çocuklarda özgüveni yıkan, sarsan, zedeleyen anlayışların başında
onları kuzu gibi yetiştirme çabası geliyor. Kuzu gibi çocuk isteyen ve böyle de
çocuk yetiştiren anne-babalar bu kuzular büyüdüklerinde ise şikâyetçi
oluyor: “Kendi başına bir iş yapamıyorsun.”, “Bilmem ne kadar adam oldun
hala baba eline bakıyorsun.”, “Bir baltaya sap olamadın.”
Bu kuzular bizim eserimiz, anne-babalar! Onlara kızmaya gerek yok ki?
Çünkü onları güdülerek bir iş yapmaya alıştıran biziz. Bir baltaya sap
olabilmeleri için bir çobanın gidip onları bir baltaya takması gerekiyor. Nasıl
“kendi başına” iş yapsınlar ki? Küçükken kendi başlarına iş yapmaya
kalkıştıklarında, biz onları inatçılıkla, söz dinlemezlikle ve asilikle
suçlamadık mı? “Keçilik yapma!” demedik mi? Yıllardır onun adına işleri biz
yapmadık mı? Şimdi nasıl kendi başlarına bir şeyler yapmasını bekleriz bu
kuzucuklardan? Kısacası suç bizim, yani anne-babaların.
Nedir Özgüven?
İsterseniz şöyle yapalım. Özgüveni açıklayıp özgüveni zedeleyen diğer anne-
baba yaklaşımlarına önümüzdeki hafta değinelim. Sonra da özgüveni nasıl
kazandıracağımızı konuşalım. Bir sonraki adımda ise sorumluluk
duygusuna değiniriz.
Özgüven, kişinin kendi benliğine karşı olumlu hisler beslemesi,
yapabileceğine, yetenekli olduğuna inanmasıdır. Bir şeyleri başarabilmek
için gerekli olan enerjiyi kendi içinden (yeteneklerinden, becerilerinden)
alabilme gücüdür.
Yeni Cuma Parkı’nda bir boyacı karşısında ben çaresiz kalmıştım. Çünkü
ben, o boyacıya karşı çıkabileceğime inanmıyordum. Bunu yapabileceğimi
zannetmiyordum. Yapmaya kalkıştığımda ise başarısız olacağımı
düşünüyordum. Çünkü bana karşı çıkmak değil, tabi olmak öğretilmişti. En
sevdiğim, en yakınım iki insana, anne-babama bile karşı çıkamazken
elalemin yedi kat yabancısına nasıl karşı çıkacaktım ki?
Psikolojik Danışman&Pedagog Mehmet Teber – Haber 7
[email protected] – www.mehmetteber.com
95. 95
ÇOCUKLARA NAMAZ ALIŞKANLIĞI KAZANDIRMAK
İÇİN NELER YAPILMALI?
İçimizde en ufak bir şüphe bulundurmayarak şuna inanıyoruz ki, Allah
tarafından insanlığa gönderilen son mükemmel din olan İslam, bütün
insanlar için en ideal en huzurlu hayat tarzını sunan bir din olarak
çocuklarımızı da küçük yaşlardan itibaren ibadetlere ve özellikle de namaz
ibadetine alıştırmamız gerektiğini emir ve tavsiye eder.
Çocuklarımızın hem dini terbiyelerinde hem de ibadet anlamında
gösterdikleri hassasiyet ölçüsünde üzerinde en fazla durulması gereken
husus namaz ibadetidir.
Namaz ibadetinin İslam'daki diğer ibadetlere nazaran çok daha sıklıkla ifade
ediliyor olması, onun çok önem arz ettiğini ortaya koyar. Peygamber
Efendimiz (sav) da hadis-i şeriflerinde namazın üzerinde çok durmuş, ona
çok büyük önem vermiştir. Namaz farzı; hiçbir şartı olmaksızın
gerçekleştirilmesi istenen bir farzdır. Diğer farzların büyük kısmı bir takım
şartlara bağlanmışken Namaz ibadeti şartlara bağlanmamıştır.
Kendisi kılıp çocuğuna namazı emretmeyen ebeveyn yanlış yapmaktadır.
Rabbimiz, Taha Suresinin 132. ayetinde şöyle buyurur: "(Ey Muhammed)
Ailene namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık
istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten
sakınanındır."
Ayette de görüldüğü gibi, mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim, çocuklara
namaz ibadetinin sevdirilmesi ve öğretilmesi için, anne babalara çok önemli
görevlerin düştüğünü göstermektedir. Çocuklara namazın, hayatın kopmaz,
ihmal edilemez bir parçası olduğunu dahası namazın hayatın özü olduğunu
iyi anlatmak ve öğretmek gerekmektedir. Çocukların namazla ilişkisi, anne
babaların yükümlülüğündedir. Bu Allah tarafından verilmiş bir ödevdir.
Peygamber Efendimiz (sav), anne babaların bu yükümlülüğüne işaret ederek
şöyle buyuruyor: "Çocuk yedi yaşına gelince namazı emredin. On yaşına
gelince (gerekirse) namaz hususunda dövün" [Ebu Davud] Bu hadis-i
şerifteki 'emir' dili, muhakkak yapılmasına işaret etmektedir. Aksi takdirde
karşılığında vebal, kınanma ve azap vardır.
Namaz, dinin merkezindedir
Namaz ibadetinin dinin merkezinde olduğu bugün herkes tarafından açık ve
net olarak bilinmektedir. Birçok ayet ve hadis-i şeriflerle sabitlenmiş bir
hükümdür namaz. İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu namazı terk
hususunda ağır cezalar ve yaptırımlar öngörmüşlerdir.
Namaz ibadeti böylesine önemli bir yerde bulunurken, bu ibadet muhakkak
çocuklarımızın eğitiminin merkezinde de olması gereken bir ibadettir. Anne
babalar, küçük yaşlardan itibaren çocuklarına namazı sevdirmek için
96. 96
ellerinden geleni yapmalı, bu uğurda her türlü meşakkate katlanmalıdırlar.
Ayetteki ifadeyle, bu hususta sabırlı ve sebatlı olmak zorundadırlar.
Çocuklarımıza namazı sevdirmek için dikkat!
Çocuklarımıza namazı sevdirmek için öncelikle kararlı ve düşünceli olmak
zorundayız. Çocuklarımızı daha çok küçük yaşlarından itibaren namaz
ibadetine karşı sevgi dolu olarak yetiştirmek gerekiyor.
1) İkna edip sevdirmek en temel düsturdur. Namazı öğretmeyin, sevdirin.
2) Sevdirmeden ve anlatmadan çocukları namaza zorlamak, namaz
kılmalarını mecburi tutmak onları namazdan soğutur. Buna dikkat etmek
gerekir.
3) En iyi öğretmen örnekliktir. Çocuklar, sizin namaza gösterdiğiniz saygı ve
sevgiyi görmeliler.
4) Namazı ilgi çekici hale getirerek, çocukların sevgi dolu bir merak
edinmelerini sağlamak gerekir. Kitaplarla, CD lerle namaz eğitimi
çeşitlendirilmelidir.
5) Çocuk güzel hediyelerle teşvik edilmeli, onun için sürprizler
hazırlanmalıdır. Teşvik ve tebrik edilmelidir.
6) Kendisine ait bir seccadesi, tesbihi ve takkesi olmalıdır. Kız çocuklarına
namaza mahsus özel beyaz başörtüsü alınmalıdır.
7) Küçük yaşlardan itibaren devamlı camiye götürülmeli ve çocuğun namazı
en ön safta kılması sağlanmalıdır.
Peygamberin çocuklarla ilişkisinin merkezinde namaz vardır
Peygamber Efendimiz (sav)'ın çocuklarla ilişkisinin merkezinde namaz
ibadeti vardır. Efendimiz, namazı çocuklara sevdirmek ve öğretmek için
çeşitli yöntemler uygulamıştır. Efendimiz (sav) bazen evde çocuklara abdest
aldırıp onlara namaz kıldırmış, çoğu zaman da çocukları camiye götürerek
onlara cemaatle namaz kıldırmıştır. Efendimiz (sav)'ın bu yaklaşımına maruz
kalan çocuklar, bundan çok memnuniyet duymuşlardır. Zira büyük
adamların safında onlar gibi sayılmak, çocuk için tarifi imkânsız bir duygu,
yüce bir makamdır. Hele cemaat ehli tarafından başı okşanıp medhedilmesi
ayrı bir zevk bir taltif ve teşvik edici bir davranış olmaktadır.
Rivayetle sahabeden Enes (ra) anlatıyor: "Ben, annem ve teyzem Ümmü
Haram evdeyken, Resulullah (sav) çıkageldi. Bir müddet sonra; 'Kalkın size
namaz kıldırayım' dedi. Beni sağ tarafına aldı. Öylece bize namaz kıldırdı.
Namazdan sonra bize dua etti..." [Müslim]
İbni Abbas der ki: "Ramazan veya Kurban Bayramı günü Resulullah (sav) ile
birlikte bayram namazına gittim. Allah'ın Resulü namaz kıldırdı. Sonra
hutbe okudu. Daha sonra kadınların bulunduğu tarafa gelerek onlara vaaz
97. 97
etti ve namaza devam etmelerini söyledi." [Buhari, Müslim]
Semure bin Cündüp, çocuk yaşta iken, Hz. Peygamber ile birlikte bir kadının
cenaze namazını kıldıklarını haber vermektedir. [Müslim]
98. 98
RESULULLAH'IN UYGULAMASIYLA
EĞİTİMİN 40 ALTIN KURALI
Efendimiz, (s.a.v.), bütün güzel hasletlerinin yanı sıra en mükemmel
öğretmen olarak da bütün insanlığa rehber olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.),
eğitimde, güzel üslup ve belirgin bir metod uygulamıştır. Efendimiz'in eğitim
modeli, İslam'ın öğretilmesi ve anlatılmasında örnek alınacak tek ve en
geçerli modeldir
Söylediğini yaşardı!
1. Efendimiz, söylediği hakikatleri bizzat yaşayarak hayatıyla göstermiştir.
2. Dinî yükümlülükleri yavaş yavaş, basamak basamak bir sistemle
öğretmiştir.
3. Öğretmede orta yolda durmaya ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya
dikkat göstermiştir.
4. Öğrenenler arasındaki kişisel farklılıkları göz önünde bulundurmuştur.
5. Karşılıklı konuşma ve soru-cevap şeklini kullanmıştır.
6. Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde
muhatabın kafasına yerleştirmek için aklî ölçüleri kullanmıştır.
7. Muhataplarına soru yönelterek onların zekâ ve bilgi seviyelerini
ölçmüştür.
8. Mukayese ve örneklendirme metodunu kullanmıştır.
9. Benzetme ve halk arasında yaygın olarak kullanılan örnekleri
kullanmıştır.
10. Görselliğe başvurmuş, anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile yere
ve toprağa çizerek göstermiştir.
Somut açıklamalar yapardı!
11. Sözle beraber jest ve mimiklerini kullanmış ve el ile işaretlerde
bulunmuştur.
12. Önemine binaen, halin mümkün kıldığı bir nesneyi bizzat eline almış,
eliyle kaldırmış ve arkasından söyleyeceği hususu söylemiştir.
13. Muhataplarından bir soru gelmeden söze önce kendileri başlamıştır.
14. Muhatabının sorusuna eksik ve fazla olmadan cevap vermiştir.
15. Bazen muhatabının sorusuna, onun ihtiyacına binaen sorduğundan
daha fazlasıyla cevap vermiştir.
99. 99
16. Muhatabını, güzel bir hikmete binaen, sorduğu sorudan daha önemli bir
hususa yönlendirdiği de olmuştur.
17. Soru soranın sorduğu soruyu tekrarlamasını istemiştir.
18. Muhatabın aldığı cevabı tekrar etmesini istemiştir. Böylece cevap
unutulmayacaktır.
19. Teşvik için övmeye başvururdu. Bildiği bir husustan dolayı kişiyi imtihan
etmiştir ki bununla doğru cevap vereceği için kişiyi övmek istemiştir.
20. Önünde olan bir olaya karşı susma yolunu tercih etmiştir.
Sözü, kısa ve öz ifade ederdi!
21. Öğretme esnasında meydana gelebilecek imkân ve fırsatları
değerlendirmiştir.
22. Latife ve şaka yoluyla öğretmeyi de tercih ettiği görülmüştür.
23. Öğrettiği hususu yeminle perçinlemiştir.
24. Öğretilen hususun önemine binaen sözü üç kere tekrar etmiştir.
25. Konunun önemini oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve sözü tekrar
ederek göstermiştir.
26. Cevabı geciktirerek muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak onu
uyarmıştır.
27. Muhatabı intibaha sevk etmek için, onu omzundan veya elinden
tutmuştur.
28. Muhatabı teşvik için veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı,
bazı hususların gizli kalmasını yeğlemiştir.
29. Söyleyeceği hususun hafızalarda daha iyi yer etmesi veya ezberlenmesi
için, sözü kısa ve öz bir şekilde ifade etmiş, daha sonra ise ayrıntılarına
geçmiştir.
Yazma metodunu kullanmıştır!
30. Cevabın birkaç madde ile verileceği durumlarda önce cevabın kaç
maddeden oluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra saymıştır.
31. Vazetme, nasihat etme ve öğüt verme metodunu kullanmıştır.
32. İnsanların şevklerini kamçılama veya neticesi elem verici hususlardan
şiddetle uzaklaştırma metodunu kullanmıştır.
100. 100
33. Kıssa ve geçmiş ümmetlere ve insanlara dair haberlerle öğretme
metodunu uygulamıştır.
34. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda önce
nazik bir hazırlık süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmıştır.
35. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda üstü
kapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek yetinmiştir.
36. Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de asla ihmal etmemiştir.
37. Halin gerektirdiği durumlarda öğretme hususunda azarlayıp paylamayı
ve kızmayı da ihmal etmemiştir. Ne var ki onun paylaması ve kızması da
merhamet yörüngesinde ve ümmetinin selameti için olmuştur.
38. Talim ve tebliğde, yazma metodunu da kullanmıştır.
39. Yabancı dilleri (mesela Süryaniceyi) öğrenmesi için bazı sahabeleri
görevlendirmiştir ki bu husus da günümüzde dünyanın dört bir tarafında
İslam'ın güzelliklerini öğrenmek isteyenlere karşı yapılacak vazifenin çok
önemli bir basamağını teşkil etmektedir.
40. Bizzat kendi mübarek zatıyla talimde bulunmuştur.
101. 101
NETİCE-İ KELAM
Değerli okurlarım, takdim kısmında da bahsettiğim gibi ahir zamanda
özellikle çeldiricilerin, fitnelerin kol gezdiği bu devirde evlatlarımızı ahlak,
iman, erdem düsturları ile yetiştirmek oldukça önemli. Zor çünkü sadece
ailede değil, okulda, mahallemizde, şehrimizde ve global dünyanın sanal
aleminde evlatlarımız her türlü etkiye açıkken, izlenen filmler, TV ve radyo
programları sosyal medya bir amaçla hazırlanıyor. Her zihniyet kendi
etkileşim aracını üretiyor.
Bizler madem Müslümanız o zaman kendi etkileşim araçlarımıza sahip
çıkmalı ve zaman uygun yeni nesil metotları uygulamalıyız. Yoksa
evlatlarımız kontrol edilemez dış çevrenin etkisine maruz olarak elimizden
kayıp giderler. Sadece elimizden kaymakla kalmaz ne ailesine ne
memleketine ne de kendine faydası olmayan ucube nesillere doğru evrilip
gideriz. Biz Nebevi usule sarılmak zorundayız. Allah’ın emirlerine önce
kendimiz uymalı evlatlarımız doğru örnekler olmalıyız. Evlatlarımız birinci
öncelikle bizi taklit edeceklerdir. Bize benzeyeceklerdir.
Bu e kitabımızda eğitimin konusu çocuklar ise de ebeveynlere de hitap eden
pek çok mevzu bulunmaktadır. Yani eğitim aileden başlar.
Allah’a emanet olun.